31 Aralık 2005
klişe yılsonu/başı yazısından bir adım öteye geçip klişe şarkı sözüyle son postumu yapıyorum; jamie cullum - next year.

next year, things are gonna change
gonna drink less beer, and start all over again
gonna read more books, gonna keep up with the news
gonna learn how to cook, spend less money on shoes
i'll pay my bills on time, and file my mail away, everyday
only drink the finest wine, and call my gran every sunday

resolutions, baby they come and go
will i do any of these things? the answers probably no
if there’s one thing i must do, despite my greatest fears
i'm gonna say to you, i felt all of these years

i'm gonna tell you how i feel.
18 Aralık 2005
kişisel not: rakı, içmeye başladıktan sonraki iki saat içinde etki etmeye başlıyor, yavaş ol. gece yatarken su içmek de sabahki baş ağrısına engel değilmiş.
16 Aralık 2005
uzun süreler boyunca dawson's creek'deki olayların ve konuşmaların ne kadar anlamsız olduğunu düşünmüştüm. olayların nasıl gereksiz yere sarpa sardığını ve hiç bir yere varmayan uzun tartışmaların gericiliğiyle dalga geçmiştim. farkettim ki, bunların hepsi gerçek hayatta da olabiliyormuş.

stay tuned for the next season.
08 Aralık 2005
sevgili annem ipana'nın limonlu diş macununu keşfetmiş. lütfen siz keşfedemeyin, keşfettiyseniz de bunun bir hata olduğunu anlayıp çöpe atın macunu. kefirden sonraki en büyük hayal kırıklığım oldu. sarı bir macun, dişinize sürüp köpürttüğünüzde rengi sarımsı beyazımsı korkunç bir hale dönüşüyor, tadı erimiş limonlu dondurma gibi. bu korkunç renkli şeyin dişimizi temizlemesini ve ağzımızı ferahlatmasını bekliyoruz. büyük hata ediyoruz. anneciğim kusura bakmasın diye kendime ayrı bir dişmacunu aldım, dükkana gittiğimde fırçalıyorum dişlerimi.

sylvester stallone'un da parası bitmiş sanırım, rocky'nin 6., rambo'nun da 4. filmi için çalışmalara başlamışlar. bu arada sly'in 1946 doğumlu olması bir tek beni mi şaşırtıyor?
07 Aralık 2005
hasta olduğumda veya kendimi iyi hissetmediğimde genelde evde yatıp uyumaya çalışırım ve sorunun kendiliğinden geçmesini beklerim. bir kaç ciddi durum dışında hastaneye gitmişliğim de yok. dün basit bir karın ağrısı sandığım şeyin acildeki doktorlar tarafından apandisit sanılması ve beni beş saat boyunca korkutmaları bir daha hastaneye gitmeden önce iki kere düşünmemi sağlayacak.

kan tahlilleri ve röntgen sonuçlarını beklerken gördüğüm insanlar annemin "hastaneye sağlam girip hasta çıkmak" konusundaki teorilerini benimsememi sağladı. araba kazaları, kafasını yaran çocuklar, parmakları kesilen işçiler, nasıl olduysa bütün bacağı yarık olan bir kadın sanırım üç senelik gore materyal ihtiyacımı karşılamıştır. bu arada ilginç bir şekilde bütün hastane personelinin bize über iyi davranması, her işimize koşmasını da çok garipsedim. normalde en az bir saat sıra beklenilen röntgende 3, idrar tahlilindeyse 15 dakika beklemiş olmamız, devlet hastanesinde kazanılmış büyük bir zafer.

düşündüm de; hastanelerde en çok yeşil giysili doktorları ve ziyarete gitmişçesine hiç para vermeden çıkmamızı sağlayan emekli sandığı cüzdanını seviyorum. bir de kantindeki tostları.
03 Aralık 2005
ntv'de hava durumu sunan amcanın hayranıyım. onu seyretmeden evden çıktığımda günüm kötü geçiyor.
23 Kasım 2005
sheppard software diye bir site, muhtemelen algıları bizim kadar açık olmayan amerikalı öğrencilerin hem eğlenip hem öğrenmesi için web tabanlı oyunlar yapmış. "öğrenmeyi eğlenceli kılıyoruz" gibi de bir söylemleri var ki bence doğru.

periyodik tablo, ülkeler, denizler, nehirler, kıtalar gibi ezberlenmesi gereken şeyleri eğlenceli şekilde öğretiyorlar. özellikle coğrafya bölümüne delirdim, bütün gün başından kalkmadan oynuyorum. avrupa'da hata payım %5'e indikten sonra asya'ya ve afrika'ya açıldım. afrika zannettiğimden zor çıktığı için bölünen bütün afrika ülkelerini kınıyorum.

boş zamanlarında arkadaşlarıyla haritada yer bulmaca oynayan kanat atkaya'ya saygılarımla.
14 Kasım 2005
yeni winston box paketlerini her kim tasarladı ve onayladıysa kendilerini en yakın polis karakoluna veya jandarmaya teslim olmaya ve cezalarına razı gelmeye davet ediyorum.
09 Kasım 2005
hayatım last.fm ve kitaplar arasında geçiyor bu aralar. son bir hafta içinde başıma gelen en ilginç şey dün gece eve dönerken kapının önüne yeni dikilmiş olan palmiye yavrusunu insan zannedip 10 dakika boyunca korku içinde saklanmaya çalışmamdı. ha bi de catpower biletini %100 kârla satıp medeni cesaret örneği sergiledik. orhan cem çetin'in bedava gergedan'ını okumak da haftanın diğer güzel ilginçliğiydi.

terbiyesizlik gibi olmasın ama ben bunu daha önce yapmıştım nikita bey.
30 Ekim 2005
pek kıymetli 9. istanbul bienal'ini bugün ittire kaktıra bitirdik. tam bu cümleyi yazarken bienal reklamının televizyonda dönüyor olması küçük bir tesadüf mü, yoksa iksv'nin şaşkınlığı mı? zira bugün bienal'in son günüydü. herkesin açık ara birincisi olan deniz palas'a olan saygılarımı sunup gönlümün birincisinin bilsar binası olduğunu açıklamak isterim. antrepo ise gözümüzü korkutup son güne kaldığından mıdır bilinmez, beklentilerimi karşılayamadı. garanti binası videolarına yeterli ilgiyi gösteremediğim için suçluluk duygusu hissetmek dışında yeterince sanata vakıf olduğumu düşünüyorum. darısı "seneye".

vatan gazetesi, sağolsun, nurgül yeşilçay'ın blog açmasından yola çıkarak blog nedir, blog kardeşliği ne eder yazısı yazmış. bildirgeç'teki yazılarımdan bol bol "alıntılar" kullanılmış olsa da üç beş arkadaş mutlu olduk kendimizi görüp.

unutmadan; sevgili gayrettepeliler, beni bu günlere siz getirdiniz!
27 Ekim 2005
klasik bir istanbul güzellemesi yapmak üzere trafikten bahsetmek istiyorum. gerçekten hiç aklım ermiyor artık istanbul ve trafiğine. okuldan iş yerine gitme süremi ortalama 1,5 saat olarak alırsak bunun 15 dakikası avcılar - yenibosna metro arasında, 35-40 dakikası yenibosna - mecidiyeköy, kalan kısmı da mecidiyeköy - teşvikiye arasında geçiyor. yarım saatlik bir sürede yolun sadece beşte birini alıyor olmak korkutucu.

bugün otobüste 25 dakika boyunca kurban bayramının bankalar için de 10 gün tatil olup olmaycağını bağıra bağıra tartışıp beni güzel uykumdan mahrum eden abilere selam yolluyorum burdan. idari tatil ve resmi tatil arasındaki farkı anlamaları için kırk fırın ekmek yemeğe davet ediyorum kendilerini. ayrıca "merkez bankası açık olduğu için biz de açık sayıldık." demiş atalarımız.

fark ettim ki insanlarda delicesine şerit değiştirme hırsı olmasa trafikte %30luk bir rahatlama yaşanabilir. dört şeritlik yolda saçma sapan dizilmiş arabaların ilerlemeye çalışmasının daha fazla stresten başka hiç bir getirisi olmuyor. sayın şoförler, sağ şerit sol şeritten daha hızlı gitmiyor korkmayın. bunların hepsi psikolojik!
21 Ekim 2005
sevgili yerküre,

lütfen artık seferihisar ve çevresindeki hareketlerine bir son ver. mümkünse oyunlarını açık denizlerin uzak köşelerinde oyna. bu saatte gürültü yapılır mı hem, hastası var yaşlısı var. anneannesi var, dedesi var, uzakta meraklanan torun var.

taşlarından öpüyorum.
19 Ekim 2005
saatlerce bıkmadan usanmadan dizi seyrettiğim(iz) için kınama mektubu aldığım(ız) insanlar var. ne buluyormuşum aptal dizilerde, aman şöyle güzel bir film seyretsek olmuyor muymuş, gençlik hezeyanlarından ne zaman kopacaksın, gerçek hayata dön artık.. dırdırdır.

buna karşılık aynı diziyi 3.ye seyreden, bir oturuşta 24 27 bölüm izleyebilen, diziyi bitirebilmek uğruna uykusundan feda eden, haftalık dizi izleme programını txt dosyası olarak oluşturan arkadaşlarım da mevcut, ki ben bunları daha çok seviyorum. dırdır eden insanların asla anlayamayacağı 20/45 dakikalık periyodlarda süren yaşamlar, değişen yerleşim mekanları, karakterler, -genellikle- süper müzikler, bir olayın giriş-gelişme-sonuç kısımlarını bir arada görebilme güzelliği. hem de sizin hiç bir zahmete girmeniz, insanlarla konuşmanız, sosyalleşmeniz, yanlış anlaşılmanız (hatta hiç anlaşılamamanız), dere tepe düz gitmeniz gerekmiyor bütün bunlara sahip olabilmek için tek sosyalleşme ortamı arkadaşlar arası dizi takasları veya p2p programlarında downloada izin vermeleri için insanlara yalvardığınız zamanlar oluyor, bence daha iyisi de olamazdı.

hazır havalar da soğumuşken, daha iyisini bulamazsınız. hbo, abc, fox, nbc ve adını unuttuğum diğer tüm saygıdeğer kanallar için üç kere "sağol sağol sağol!"
12 Ekim 2005
blog yazan müzisyenler varmış meğer. muhtemelen çoğu basın bültenimsi, "şuraya gittik burda konser verdik, bak bu da yeni albüm aman kaçırmayın ahahayt"dan öteye gitmiyordur.

depeche mode'un yeni albümü playing the angel'i beğenmeyen insanları da arkadaşım olarak görmeyeceğim bundan sonra, o derece iddialıyım.
10 Ekim 2005
web 2.0 konferansında 17-18 yaşlarındaki gençlerle yapılmış bir röportaj var ki, ingilizce bilenler okuyup eğlensin. bilmeyenler de okusun bi şekilde.

observer, 3000 tane freeness cdsi veriyormuş bedavaya, çarşamba gününe kadar katılmak gerekiyormuş. muhtemelen ingiltere içi birşey ama olsun, ordan okuyanımız da var.

garip yamuk oyuncaklar moda oldu ya şimdi, bütün kızlarımız hastası. bu da öyle bi oyuncak sitesi. çok paranız varsa bana da alın, modadan uzak kalmayayım.

sevgili wordpressçiler, matt mullenweg webzine 2005 konferansına wordpiresle ilgili birşeyler anlatmaya gitmiş. bakın ne giymiş.

ben hala lost.201'deyim. lütfen biri elimden tutsun yine ucu kaçıyor!
08 Ekim 2005
filmekimi'ni teoride 6, pratikte 5 film seyrederek tamamlamış bulunmaktayım. hafta içi seanslarının 2,5 ytl olmasından dolayı aydın doğan vakfı'nı çirkin logosuna ve her filmden önce gösterdikleri dayanılmaz reklamlarına rağmen sevesim bile geldi.

pazar günü saat 11.00'de alkol ve sigara krizine sokan factotum, bağırarak gülmemi sağlayan kiss kiss bang bang, aptala çeviren caché, 139 dakikalık filmin yaklaşık 100 dakikasında tuvaletimi tutmaya çalıştığım için soğuk terler dökmemi sağlayan manderlay ve çok sıkılacağımı sanmama rağmen beni yanıltan dear wendy pratikte gördüklerim.

hararetle görmek istediğim being julia'yı ise merter'deki yol çalışmaları yüzünden kaçırmış bulundum. ilerleyen günlerde biletimi yakıp küllerini çalışma bölgesine serpeceğim törene katılmak istiyorsanız benden haber bekleyin.
20 Eylül 2005
vücutta darp izleri varken hayat zor olurmuş demişlerdi de, inanmamıştım.

"did i dream this belief?
or did i believe this dream?
now i will find relief
i grieve."
15 Eylül 2005
amacım sevgili bugün gazetesi ve usa today arasındaki "esinlenme" hakkında birkaç şey yazmaktı ancak kürdistan blog birliğini görünce unutuverdim.
14 Eylül 2005
toplantı geribildirimleri yazanlar arasında en tembel olmak için bekliyordum günlerdir, yeterince beklediğimi hatırlattılar. zaten benim söyleyeceğim fazla bir şey de yoktu. geç kaldım, çok konuştum, çok utandım, çok içtim, çok eğlendim. madalya bile taktım. hele tanıştığım 3-5 tane insan var ki, ayrı ayrı hepsini öpüyorum gözlerinden, ne de olsa ben büyükleriymişim.

toplantıları ısrarla kaçıran bir kaç kişi kaldı. onlara da ilerleyen günlerde madalyalarını teslim edeceğim.
01 Eylül 2005
kitkat'ın üzerinde "the secret of relaxation, just snap these fingers." yazıyormuş. kendimi bir sonraki gizli görevi için üslerinden mesaj almış ajan gibi hissediyorum.
07 Ağustos 2005
zengin ve "eğitimli" türklerdeki düşünce tarzını bir türlü anlayamıyorum.

mazhar-fuat-özkan'ın hala konser vermesiyle dalga geçip koşarak deep purple seyretmeyi, yeni çıkan türk gruplarını "yapılmayan hiç birşey yapmıyorlar" diye küçümseyip "the" ile başlayan bütün grupların hastası olmayı, yine türk müzik grupları veya şarkıcıları için "senelerdir aynı tarz baba yaa" diyip mark knoffler'ın albümüne methiyeler dizmeyi, bayramlarda türk bayrağı asanlara üstten bakıp yunanistan'a gittiklerinde her yerde yunan bayrağı olmasına "adamlar çok milliyetçi, çok süper, çok koruyorlar vatanlarını" tepkisini vermeyi ve halk plajlarındaki görüntüden rahatsız olup girmek için milyonlar verdikleri sosyete et pazarlarında denize girmeden malak gibi güneşte saatlerce yatıp kıç baş göstermeyi meziyet zannediyorlar.

BT-101, enterance to "beyaz türk lifesytle" adında dersler istiyorum sırf bu adamları daha çok anlayabilmek için.
06 Ağustos 2005
yağmur denen illetin (ki normalde çok severim) hep açıkhavada birşeyler planlandığında yağması nasıl bir şanstır? yahoo weather'ı bilmiyorsanız hemen öğrenin, dakikası dakikasına o günkü havayı veriyorlar ve o kadar başarılılar ki söylediklerinin hepsi doğru çıkıyor (bilimsel araştırma diye birşey var tabii, değil mi?).

paulo coelho'nun dört kitabına birden film çekilecekmiş. jean-christophe grange illeti yetmedi bir de bunu çıkardılar başımıza. kitaptan film uygulamalarına pek sıcak bakmamaya başladım son zamanlarda. filmi seyredip kitap hakkında fikir sahibi olan insanları da açıkçası beleşçi olarak görüyorum. çoğu insan gibi ben de kitaptan uyarlanan her filmde karakterler ve sonlar açısından hayal kırıklıklarına uğruyorum. illa her kitabına film çekilecek birisi aranıyorsa bu kişinin nick horby olmasını can-ı gönülden istiyorum.

süper lig öncesi bütün bomba transferler televizyon kanalları arasında gerçekleşmiş olsa da, yeni sezonumuz hayırlı uğurlu olsun. geleneği bozmayan fenerbahçe'yi de gözlerinden öpüyorum. hep böyle devam edin çocuklar.
30 Temmuz 2005
küçüklüğümden beri kendimden son derece emin bir şekilde birisi bana "seni seviyorum." dediğinde cevap olarak hemen "biliyorum." diyeceğimi düşünürdüm. meğerse son iki haftada izlenilen fazlaca the o.c. ve amerikan gençliği becerisizlikleri kanıma o kadar çok işlemiş ki, cevap olarak "teşekkür ederim." kalıbını tercih ettim. şahsi tarihim adına hayallerimin yıkıldığını belirtmek isterim.
23 Temmuz 2005
bütün itirazlara rağmen, biraz nezaketen biraz da eğlenceli bir şeyler yapmış olmak için meşhur "the cook blogger next door" anketimsisi;

ilk mutfak maceran neydi? neler hatırlıyorsun?
sigara böreği için hazırlanmış çiğ hamurları aşırıp yerken annem mutfakta basmıştı beni. sonra da ağzıma karabiber sürdü. ilk maceram bu olsa gerek. hiç iyi duygular beslemiyorum bu maceraya, zira "ağzına biber sürerim" lafının sadece blöf olduğunu zannederken birden gerçekleşmesi korkunç bir deneyim olmuştu.

yemek yapma stilini en çok etkileyen kimdi?
anneannem. aynı anda 5 yemek pişirebilme kapasitesine sahip, multi-fonksiyonel insan. bir yandan kabak oyar, bir yandan hamur hazırlayıp kurabiye pişirir, öbür tencerede fokurdayan çorba olur. bi bakarsınız tezgahta da bir zeytinyağlı dolaba girmek için bekliyordur. ve nasılsa hepsi mükemmel olur.

yemeğe ve yemek dünyasına olan ilgini kanıtlayan bir resmin var mı? bize göstermek ister misin?
yemek işini ne kadar ciddiye aldığımı gösteren bir iki fotoğraf.

mutfakta kendisine karşı fobin olan birsey var mı? yaparken seni/avuçlarını terleten bir yemek mesela?
aslında her yemek korkutuyor beni çünkü başında beklemek, ölçüyü kaçırmamak, televizyona dalıp altını yakmamak gerekiyor. yine de en çok gerginliği kek yaşatıyor sanırım kabardı mı kabaracak mı diye beklerken.

mutfakta hangi yardımcını vazgeçilmez buluyorsun? alıpta cok gereksiz bulduğun nedir mutfakta?
kocaman eldivenlerin hastasıyım çünkü asla kapak veya kulp gibi şeyleri tutmayı beceremiyorum. ya çok sıcak olduklarından korkuyorum ya da bir şekilde kayıp düşüyorlar. gereksiz olan da annemin bin bir şevkle aldığı yoğurt yapma makinası.

bir kaç garip belki de komik yemek ceşidi söyle, senin cok sevdiğin ama senden başka kimsenin sevmeyeceğini düşündüğün bir yemek:
üzüm veya elmaları yoğurdun içine doğrayıp, ekmek içlerini de ufak ufak parçalayarak koyduğum yemek sonrası meyve/tatlı çeşidi. gören herkes şaşırdığına göre garip bir yemek olabilir. bir de ekmeğin üstüne limon sıkıp ve tuz ekerek kanepeler yapardık küçükken, o da garip kaçabilir. kuzenimden başka seven de çıkmadı onu.

hangi 3 malzemeden veya yemekten vazgeçemezsin?
zeytinyağlı fasülye, imambayıldı ve fesleğen. bonus olarak ızgara balık (mümkünse üstünde soğan ve domates dilimleri de olsun).


en çok sevdiğin dondurma çeşidi…

karadut, limon. yeni favorim algida twister.

asla yemeği düşünmediğin şey…
mısır gevreği, her yediğimde kustuğum için.

özel bir yemeğin/ spesiyalin var mı?
içine evde bulduğum bilimum otları çöpleri sosları atıp yaptığım herhangi bir makarna veya omlet. bir daha aynısını yemek kısmet olmadı daha kimseye.

seni ebeleyen aşçı:
visualghetto beyler.

ebelediğin aşçı:
aşçılardan bir demet sunuyorum; cemshid, schizo, bir de acemi aşçılardan aptal. aslında hiç utanmadan 3yanlış'ı da ebelemek isterdim ama bana kötü davranırlar diye korkuyorum.
21 Temmuz 2005
caz festivalini hayırlısıyla bitirmiş bulunuyoruz. hatta iksv gazetelerde teşekkür ilanlarını bile yayınladı. toplamda 2 konsere gitmiş olsam bile, jamie cullum konserini festivalin en iyi performansı seçiyorum. tori amos hastaları ve steps ahead'de çılgınlar gibi eğlendiklerini söyleyenlerden de özür dilerim ama ben hayatımda böyle bir insan görmedim. muhtemelen 1.60 boylarında, darmadağın saçları, düştü düşecek şekilde duran pantolonu (the chino pants), piyano başında oturuşu, koşuşu, zıplayışı, hoplayışı ve tabii ki şarkılarıyla sepetçiler kasrı'nın ağır havasını ezdi geçti. konser boyunca oturmaya yemin etmiş olan "ağır caz seyircisi", ellerinde arada dolaşan garsonların servis ettiği şarap, viski ve diğer "refreshment"larıyla kasım kasım kasıldı. neyse ki gitti zannedip herkesin ayağa kalktığı anda bis için sahneye geri döndü de, konsere -seyirci açısından- biraz ruh geldi.

the o.c.'nin 2. sezonunu da yarılamış bir insan olarak söylemek isterim ki bu diziyi seyretmiyorsanız müzik adına çok şey kaçırıyorsunuz. modest mouse, the killers, the thrills ve the walkmen (thethethe) canlı sahne görüntüleriyle ve tabii ki dizinin genel şarkı seçimleriyle tam bir pitchfork gibi çalıştığını söylemek isterim. the o.c. mixtapes isimli (şimdilik) 4 tane olan albümleri acilen edinmenizi ve dizinin özellikle 2. sezonunu dikkatle izlemenizi öneririm. (1-2-3-4)

festival demişken, iksv'nin festival anısına sattığı ürünler fazlasıyla keith harring'in işlerine mi benziyor, yoksa sadece bana mı öyle geldi?
13 Temmuz 2005
blogkardeşliği'nin en eğlenceli yanı olan toplantılardan ikincisini pazar günü hellfire'ın müthiş performansıyla yapmış bulunduk. kadıköy'den korkan bir insan olarak, en uygun ve mükemmel yeri bulduğu için şükranlarımı bir kez daha sunuyorum kendisine.

benim tembelliğim yüzünden geç kaldığımız toplantıda insanların soruları, sorunları, bizim dertlerimiz, kutular kutucuklar ve bol bol dizi muhabbeti döndü. bir ara ayakta, herkes bana bakarken ellerim belimde konuşurken buldum kendimi. hiç kimse yabancı değildi, çünkü herkesin ilgi alanını, okuduğunu, dinlediğini biliyorduk ve bunlar hakkında konuşurken oldukça eğlendim. masalar arasında iletişim de oturma düzeni sayesinde maksimum orandaydı. bazı insanları şu anda gerçekten kardeşimmiş gibi bile hissetmeye başladığımı söyleyebilirim. yaka kartı olmayanları el emeği göz nuru kart bile çizdik. toplantı sonrası klasik afacan yemeği kısmını bu sefer egzantirik bir moda restoranında yaptık, tuvaletini görmeyenlerin çok şey kaçırdığını düşünüyorum. ayrıca "plasticwings'te turunculu yazan biri var, kim o?" sorusundan dolayı berk'i tebrik ediyorum.

kim ne demiş bölümü;
blokkardesligi, manhem, hellfire, hippiethat, mtlda, cekirge, derin sular, flickr dünyası.

nikita, çabuk aç o siteyi!
10 Temmuz 2005
lost denen ahlaksız diziye sonunda ben de sarmış bulunmaktayım. asla "her gün bir bölüm izlerim, yavaş yavaş biter ya, n'olcak" denmeyen bir diziymiş. mutlu geçen dakikası yok neredeyse dizinin, sürekli bir gerilim, bilinmeyeni çözme isteği, acaba ne olacak merakı. şu ana kadar bildiğim bütün arkadaşlarım bir oturuşta hepsini seyretmeye adadılar kendilerini. bir kişi dışında hepsi başarılı olup bitirdiler. bense önüme çıkan engelleri bir bir devirip, bir hayli yol katetmiş durumdayım. bu diziyi her hafta televizyonda seyredip de çile çeken amerikan halkı için çok üzülüyorum.

lost-fan sitesi
unofficial forum 1, forum 2
trivia, bunu okumaya cesaret edemiyorum spoiler vardır diye.
i-am-lost, oyun bu da daha çözemedim.
oceanic airlines, en bomba link de bu.
07 Temmuz 2005
istanbul'daki en harika şehiriçi otobüs hattı numarasının sultanahmet-taksim arasında çalışan "T4" olduğuna kanaat getirdim. düşünsenize; "T4'le geldim bugün." bir uçaksavar gemi, jet, bilemedin son model spor araba havası yok mu adında?

iki küçük çocuk

06 Temmuz 2005
bu konsere gidememiş olsaydım ve başkaları gelip ne kadar harika geçtiğini anlatsaydı kahrolurdum. son 1,5 senedir en çok dinlediğim albümlerin sahipleri olan iki norveçli çocuk dün akşam tüm zamanların en şirin konser performansını verdiler. şirin diyorum çünkü iki akustik gitar, bir piyano, bir sessiz sakin adam ve bir geekten oluşan bir konsere başka bir tanımlama yapmak zor geliyor.

erlend øye ve eirik glambek bøe, nam-ı diğer kings of convenience, quiet is the new loud ve riot on an empty street albümlerindeki hemen hemen bütün şarkıları 80 dakikalık konser süresince tabiri caizse şeker gibi çaldılar. ses tiyatrosu'nun oturma düzeni ve caz festivali'nin ağır havası yüzünden insanlar başlarda tepkisiz ve nefes almaktan korkar biçimde izlediler. 2-3 şarkı sonra grup seyirciyle diyalog kurmaya başlayınca aradaki gerginlik kesildi. önlerde oturan ağır amca/teyzelere inat, arkadaki ve localardaki insanlar (nispeten) hareketli şarkılarda ayağa kalkarak, el çırparak, alkış tutarak, ıslık çalarak ve hatta dans ederek şarkılara eşlik ettiler. erlend øye, şarkılarının ve kendilerinin burada bilinmediği korkusuyla geldiklerini, tiyatronun mimarisi ve seyircinin coşkunluğu karşısında etkilendiklerini itiraf etti. hatta seyircilerden birinin sahneye fırlayıp "i'd rather dance with you"da kendisine eşlik etmesine ve hip-hop konseri dansları (kıç sallayıp, yere çömelme) yapmasına bile fırsat verdi.

"similar artists" uygulamasıyla bana bu grubu tanıdan amg'ye, albümlerini türkiye'ye getiren emi'a, konser vermelerini sağlayan iksv'ye ve dün gece işi çıktığı için konsere gelemeyip biletini almamı sağlayan murat bey'e huzurlarınızda teşekkür ediyorum. allah razı olsun.
13 Haziran 2005
blog kardeşliği açıldığından beri başımı kaşıyacak vakit bulamadım desem yeridir. dakika başı gelen kayıt başvuruları, insanlara tek tek gönderilen "hoşgeldiniz" mailleri, yazılan bilgi dolu bloglar, sabah gazetesi'ndeki yazı derken herşeyi unuttum.

doğumgünü, tek bir fire dışında istenen kadroyla ideal bir biçimde peyote'de başlayıp nps'de sona erdi. gelen herkesi kucaklıyorum, eve elimde bin tane torbayla dönme şaşkınlığı yaşattıkları için teşekkür ediyorum. 7 haziranı evdeki kutu çılgınlığının başlangıcı olarak görmeye başladım.

ülker'in yeni ürünü olanroko'nun reklamında kullandığı logomtrak şey de bana sürekli bildirgeç'i anımsatıyor. televizyon başından kalkıp koşarak bilgisayar başına geçirttiriyor beni. hedefini bulamayan reklam olarak seçiyorum kendisini.

ne demişler, "savaş karşıtlarını destekleyebilirim. ama bu anti-militarizm taraftarı olduğumu göstermez."
06 Haziran 2005
doğumgünümü anlamlı bir şiir, şarkı sözü vs. ile duyurmak, yaşlanma/büyüme ile ilgili bir kaç havalı söz söyleyip destanlar yazmak isterdim ama olmadı. onun yerine gidip annemi kutlayacağım, yarın akşam şeref konuğum olarak peyote'de bulunmasını isteyeceğim, sevgili arkadaşlarımla mutlu ve şaşkın olacağım. belirtmeden geçemedim, bir kısım arkadaşlar için yoklama listemiz mevcut, söylemedi demeyin.

cok tebrik etmek isterseniz diye.
01 Haziran 2005
istanbul narkotik polisi'nden kemalettin tuğcu'yu aratmayan harika bir narkotik çizgi öykü. sonuna kadar okuyun, pişman kalmayacaksınız.

teamsleep sonunda albüm çıkartmayı başarmış (ben anca farkettim gerçi, neredeyse bir ay olmuş.), turneye bile çıkmış. keşke kulaklarından yakalayıp buraya da getirselermiş, hazır haziranda yakınlardayken çocuklar. dünya gözüyle bir chino görürdü ülkemiz.
24 Mayıs 2005
radikal gazetesinde cumartesi günü yayınlanan haftanın tortusu köşesindeki yazı, günlerdir medyayı telaşa sürükleyen istanbul üniversitesi'ndeki esrar partisi(!) hakkında düşündüklerimi tam olarak yansıtmış. buyurun okuyun.

halka hizmette sınır tanımayan bendeniz, anathema'nın 20 mayıs tarihinde harbiye açıkhava'da verdiği konsere gittim. gitmekle yetinmeyip bir sürü fotoğraf çektim. çekmekle de kalmayıp, flickr'da halka arz ettim.
20 Mayıs 2005
hiç bir filmden çıktıktan sonra bu kadar ne yapacağını bilmez şekilde kaldığımı hatırlamıyorum. öncesinde 140 dakikanın uzun olduğunu düşüyordum ama meğerse göz açıp kapama süresiymiş. tepedeki siyah kurdeleyi de padme ve tüm jedi knightlar için koyduk efendim. ha bir de filmin bitmesinin üzüntüsü de mevcut.

filmden öncesi, film ve sonrasındaki macerayı içeren bir fotoğraf serisi yaptım flickr'da, bakın eğlenin.
18 Mayıs 2005
son iki haftadır gündemimi işgal eden konserler birer birer bittikçe konuşma konusu olarak bir tek star wars kaldı. hayatımdaki en önemli konunun bu olduğunu açıklamamdan sonra annem sürekli aynı şeyleri anlattığım için delirmiş olduğumu, obsesyon sorunları yaşadığımı düşünmeye başlamış. metrocity'deki star wars aktivitelerine bakmaya gittik dün. tek yaptıkları bir kaç afiş ve katrondan karakterler asmakmış meğerse. daha interaktif şeyler bekliyordum şahsen. 19undan sonra ürün tanıtımları yapacakları da söylediler. gerçi beklediğimiz ürün değil, o oyuncakçıda da var. fena mı olurdu food coutta yemek yerken yanınızdan bir darth vader, yoda, bilemedin bir stormtrooper geçse?

darısı town center'ın başına diyorum.
10 Mayıs 2005
"shellac bir numara be ağbi." o.k. (21)
05 Mayıs 2005
blogger'i ne kadar çok seversem seveyim, her gün yaşattığı publish sıkıntılarından gına geldi artık. bir gün herkes wordpressçi olacak gerçekten.

ps: o imaj bir linktir.
02 Mayıs 2005
"normal" insanların uyanmaya başladığı saatlerde yatıyor olmak hiç sağlıklı değil, tavsiye etmiyoruz. biz de kimsek artık. lütfen uyurken winamplarınızı kapalı tutun.
28 Nisan 2005
öğlenleri camın önünde, okuldan çıkmış evlerine gitmekte olan elele liseli sevgililere bakıp mutlu olurken yakalıyorum kendimi son bir haftadır. 70 yaşında hayattan hiç bir beklentisi olmayan teyzeler gibiyim valla, elalemi görüp "ah gençlik" diyip seviniyorum.
13 Nisan 2005
en yorgun oldugum günlerde herkesin yapacak bir is bulmasi, bosluktan catlanan günlerdeyse tek bir allah'in kulunun etrafta olmamasi hak midir, hukuk mudur?
08 Nisan 2005
bir günde blog girme sinirlarimi zorlamak pahasina belirtmek istiyorum ki schizophrenia'yla iddia ettigimiz "internetin 100 kisisi" teorisinin suclusu bulundu; istanbul.

günün sarkisi da south - motiveless crime (gulp beye tesekkürlerimle)
bunu da bugün ögrendim; msn'inizdeki insanlardan biri msn spaces'a üye oldugunda yaninda yildizcik cikiyormus, siz sayfasina bakana kadar da gitmiyormus. cok sinir bozucu. ayrica msn spaces cok sinir bozucu degil mi? kendi istediginiz sayfayi yapamiyor, sadece microsoft'un size bahsettigi templateler icinde kaliyorsunuz.
evde yalniz basima uyudugumu zannederken, kulagimin dibinde 15 saniye boyunca ciglik atan bir kadin sesi hayatimin yarisini götürdü benden. hala kendime gelebilmis degilim. müzigi acik birakip uyumanin kötülükleri de varmis, hidden trackler ömür törpüsüymüs.
28 Mart 2005
o- öff, bir gitar ve kadin. daha kötü ne olabilir?
*pause*
b- bir piyano ve kadin.
23 Mart 2005
bu da böyle bir animizdi, pilav yeme sahneleriyle aklimizdan cikmayacak.
16 Mart 2005
feminizm manifestosu parcasi gibi görünen sözlerden hic hazzetmem ama bu böyle cok melodik geldi, tekerleme gibi;

"women want one man to meet every need; men want every woman to meet one need."
15 Mart 2005
otobüste veya dolmusta, bütüüün yol boyunca telefonla konusanlara o telefonlari yedirtesim geliyor. yanlizlik tribi mi bilmiyorum artik ama cok sinirimi bozuyor birinin sürekli kendi kendine konusup gülme durumu.

bu arada bi kadin cay istemis, hamile kalmis. neden?
2005 bloggies sonunda açıklandı!

weblog of the year & best group blog; boingboing
best community blog; slashdot
best designed blog; loobylu
best writing of a weblog; dooce
best application for a blog; movabletype
best meme; flickr

tam liste için şöyle alalım.
01 Mart 2005
robert downey jr. "the futurist" diye bir albüm yapmis. kapagi ve bookleti pek bir halusinatif. yesilli morlu kirmizili, 3d gözlüklerle bakilmak icin yapilmiscasina. kapak fotografinda öyle bir bakmis ki, sirf o bakis icin alinir albüm. yerim. peter gabriel'e benziyormus müzigi, sami öyle dedi. benim peter gabriel'le bi alakam olmadigindan "hı hı" demekle gecistirdim. ama ben de albüm kapagini bi klibe benzettim. hani böyle kolaj gibi bir klip, adamin surati var, sekilden sekile giriyor, gözü cikiyor, kulagi büyüyor vs. meger o da peter gabriel klibiymis. benziyormus demek cidden.
amg 3,5 yildiz vermis, meraklisina.
14 Şubat 2005
arkadas gezmesi, televizyon basi uyumasi, spontane kizlar gecesi, "sen bizden sikiliyorsun, evet evet cok sikildin" esliginde toplu müzik ayinleri, zaman gecirebilmek icin gazetenin en kücük ayrintilarina kadar okumak, önüne gecilemez download manyakligi esliginde gecen günler, kar yagislariyla bölünen hafta.

gavurlarin live from the blogoshpere'inden esinlenerek, sevgili türk bilogculari icin bir seyler düsünüyoruz. buyrun, bir cayimizi icin.

tüm milletimizin, yavru vatan kibris'in ve türk-i cumhuriyetlerin 14 subatlarini kutlarim.
09 Şubat 2005
yüksek kaliteli müzik dinlemeye alistigimdan beri evdeki dandik bilgisayar hoperlorleri beni cok zorlar oldu. boguk, tizi basi garip ayarsiz, gümgüm patlayan sesler beni deli ediyor. bir sürü gruptan text-based haberdar olup sarkilarini neden bilemedigimin en düzgün aciklamasi bu heralde. 5+1 mi alsak naapsak.

bir de artik feed'i olan bloglari daha cok seviyorum.
28 Ocak 2005
10 dakika boyunca feridun düzagac'i rafet el roman diye dinleyip, müzik tarzinin ne kadar degistigini düsünüp, üstüne üstlük sasirdim. zaten kimseyle siki arkadas da olamadim, kim kefil olur, kim ne müzik söyler, en sevdikleri minik ev aleti nedir bilemedim. depresyondayim.
17 Ocak 2005
insanlari astronota dönüstüren paltolari giyenlerin toplu tasima araclarina binmeleri yasaklanmasini, biniyorlarsa da ancak ayakta durmalarina izin verilmesini istiyorum. fotoselli lambalara florosan takanlari aklim hayalim almiyor. bu nasil bir yagmurdur ki cuma gününden beri hic durmadan yagiyor. cnbc-e subatta csi:ny'u vericekmis, OLEY! bir de, 2004 golden globe'larida en iyi yardimci kadin oyuncu ödülünü alan natalie portman'i naapsam, nasil sevsem bilemiyorum.
yilbasi süslerini kaldirmaya cok fena üsendigim icin onlari odanin normal bir dekoruymus gibi görmeye baslamama az kaldi. gerci bu bir yerden tanidik
geliyor ama olsun.
08 Ocak 2005
arkadaslarimi cok seviyorum.
02 Ocak 2005
2005'ten en büyük iki beklentim daha cok ethan hawke ve ewan mcgregor filmi (hatta bir arada oynadiklari bir film) seyretmek ve bir an evvel 19 mayis olmasi. bi de belki eve digitürk sinema paketi beklentisine girebilirim ki bunlar hayatimi bayrama cevirmeye yeter de artar bile.