31 Temmuz 2002
68.75 %

My weblog owns 68.75 % of me.
Does your weblog own you?



Take the ICQuiz!

Galatasaray-olympiakos maci icin 75.000 bilet satilmis. stad 84.000 kisilikmis. TEM cok sikismis, kimseler gidemiyormus. karayollar bokmus, bi halt beceremiyormus. havaalani tarafindan yol yapmamislarmis. devlet ve belediyeye havale etmisler, havale gecirtmisler. bi acilis degilmis, Galatasaray deneme maci yapmak icin talip olmus. esas acilis bir milli macla olacakmis, bak seeen!!! adama Turkiye'nin en buyuk takimi geliyor, mac yapacaz amca diyor, adam muhairi azarlarcasina "acilis degil uleeeaannn!!! acilmeaaiieaan!!" diyor. gozune sunlari sokmak isterim sayin organizasyon yetkilisi, olimpiyat stadi delisi; * * *
eey ucan hasereyi saatlerce uzak tutan sprey! bu sinek isiriklari nerden geliyor eger sen haserelere karsi bir olaysan. yoksa onlardan rusvet almaya mi basladin bizden habersiz? alacagin olsun! alcak!!!
yolculuk oncesi sayiklamalar sadece. bir kac insana yetisebilmek icin kosturarak yasamak. belki de en iyisi. vaatlere kanmadan, gerceklerle yuzlesmek. keske herkes bunu verebilse bana. sadece "gercek". baska bir seye de ihtiyacim oldugunu sanmiyorum zaten. ah evet, bir de kasli ve zeki adamin ilgisi lazim. bahsetmistim daha once ondan. hatta sadece ondan bahsediyordum bir aralar, sayiklama gibiyid. ona yaklasacagim icin yine sayikliyorum. "so tell the boys that i'm back in town" demistim ona bir keresinde, anlamamisti. yine yapsam mi? bu sefer tutar belki. kaslari ona kalsin, bana zekiligi lazim. belki de... sadece ILGISI.
29 Temmuz 2002
just "off to neverland!"
ayili geceligimi cok seviyorum. cocuk gibi hissediyorum onu giydigimde. 9 yasimdan beri sahip olmanin verdigi bir his heralde. carsaflarim, yastik kilifim hatta yatak ortum de the simpsons karakterleriyle suslu. hala duvarlarimda kucuk cocuklarin odalarina asilan fosforlu bulutlar, gezegenler... kutuphanenin ustunde duran bebekler... dedemlerin dolabindaki oyuncaklarim... rengarenk kalemlerim, silgilerim... cocuk klasikleri... annemin kucagina yatip beni sevmesini beklemek... ne zaman buyuyecegim?
bunu isteyen mi var?!
ayin kaci oldugunu, hangi gunde oldugumuzu bilmiyorum pek. (tarih atma sistemi otomatik olan blogger'a cok sey borcluyum) takvime o gunu "gecmis" olarak isaretlemezsem tarihin gerisinde yasiyorum. remember tugce & picnic day confusion. -and also remember sammy jankins-
sabahlara kadar uyku girmiyor gozume. uyuyabilmek icin film izliyorum, kitap okuyorum, bilgisayar kullanip monitorun yaydigi isigin gozlerimi uyusturmasini bekliyorum ama hic biri ise yaramiyor. gozlerim -daha dogrusu goz kapaklarim- ayni yukle yuklu iki imknatis ucu gibi, yapismak bilmiyorlar birbirlerine. acik tutunca da aciyorlar, yaniyorlar. gunlerce hayvanlar gibi uyuyup onlari gun isindan uzak tutmamin ocunu aliyorlardir belki de. yataga uzanip oylece bilgisayarin yanip sonen isigni izlemek... isn't it special?
26 Temmuz 2002
bazen oyle bir hapsuruyorum ki cigerlerim agzima geliyormus gibi oluyor, bogazim sokulmus gibi geliyor. hatta cogu zaman bu sekilde hapsuruyorum ben. ama son zamanlarda yeni bi hapsurma akimi cikti, balgamli hapsuruk. gece yatmadan once hapsurmustum, gittim tuvalete girdim, geldim yattim, duvara el attim bi, vicik vicik. az once de dizime denk getirmisim namussuz balgami. yumusak ve kaygan bi de, nasil igrenc ya uf.
25 Temmuz 2002
aklima olmadik yerlerde (kuyrukta sira beklerken, sinemada, tuvalette, yatarken) olmadik seyler geliyor ve bunlari kagida dokme ihtiyaci duyuyorum. cunku balik hafizalibir insanim. yazarken bile dusuncelerimin devamini unutuyorum, beyin elden hizli. simsek-gok gurultusu gibi. simdi brainstorming lafi daha anlamli gelmeye basladi. bu yuzden surekli yaninda kalem kagit tasiyan ve notlar alan birisi gorurseniz yadirgamayin, bu ben olabilirim. kosun boynuna sarilin.
Oz dizisi zevkine cok guvenilen bir insan tarafindan siddetle onerilince duruma kayitsiz kalamadim, her ne kadar 13. bolumunden de olsa izlemeye basladim. bize pek de yakin olmayan hayatlar sunsa da "Oz", Amerika'da buyuk bir hayran kitlesi olan bir yapimmis. dizi sayesinde bir soyadi benzerliginden suphelenip izini surdugumuz bir oyuncunun 50 yildir bu isin icinde birisi oldugunu gormek hayli sasirtti beni. demek ki bazen bir yerlere gelebilmek, notable bir insan olabilmek icin 50 yil gecmesi gerekiyormus, ne kotu. ayrica zamaninda tiksinerek izledigimiz bir adamin, simdilerde saygi duyulan bir adam olarak izlenmesi de (dizinin cast'inde kim oldugunu gorunceye kadar da kim oldugu animsanmadi) zamanin unutturuculugunu gosteriyor.
19 Temmuz 2002
tanri hakkaten varsan bunu dinlemelisin!
herseyi yaratirken dusundun ettin, bolca tasarladin, hepsini guzellikle yasasin diye yarattin, birbirleriyle etkilesim icine gecsinler diye urettin de su sivrisineklerin dunyaya verdikleri yarar nedir acaba aciklar misin bana? insanoglunu sinir etmek icin zaten baska seyler yapmissin, bu nedir? ufacik bir sey, tartsak 1 gr gelecek bir hayvan nasil olurda 100 kiloluk adamlarin hayatlarini burunlarindna getirir, uykularini boler, onlari sinir eder vizir vizir? kurbagalari besleyecek baska bisey bulamadin mi?
18 Temmuz 2002
madonna sarkilari soyleyip babasinin adini kullanarak meshur olan insanlardan, simarik kiz cocuklarindan hazzetmiyorum.
aslinda coverla adam olan kisilerden de hazzetmiyorum.
belki de sadece kiskaniyorum, who knows?
03:02
havalarin sicaklasmasiyla beraber gelen 'hic birsey yapmayi istememe' hissini artik asmak istiyorum.
bunu basarmak icin cabalamam gerektigini de biliyorum ama bunun icin gerekli olan guc bende su siralar namevut.
evrenin olusumu ve tanri'yla ilgli bir kitaba (-tanri'nin agzindan-evrenin olusumu, franco ferrucci, ayrinti yayinlari) basladim, belki bana kendini yeniden sevdirecek biseyler anlatabilir kendisi bu kitapta.
bisikletimi tamir ettirmeli, kumanda almali, telefon faturasinin siskinligine bir son vermeli, arkadaslarimla gorusmeli, gunduzleri uyanik kalmali, annemi mutlu etmeli, fotograflari tab ettirmeye goturmeli, ehliyet kursuna gitmeli, kitap okumali, bol bol su icmeli ve belki de uzun zamandir yapmadigim yazma isine el atmaliyim hazir savas da ortaliga cikmisken.
so, may tthe force be with me!
03:01

sali gunu haftanin en hoslanmadigim gunlerinden biri oldugu icin annemle -uzun zaman evde oturmanin da verdigi bayginlikla- bisiler yapmak icin harekete gectik. ben her ne kadar sabaha karsi yatmis olsam da erken kalkmayi basarabildim ve bir kac kucuk isten sonra buyukada'ya gitmek uzre bakirkoy'den trene binerek yola ciktik. buyukada vapurlari -ve hatta butun adalar vapurlari- eminonu'nden kalkiyormus, unutmamaliyim! trene binmek cocuklugumdan beri -vapurla beraber- en sevdigim ulasim yollarindan biri ama istanbul'daki baliyo trenleri bir felaket. cok merak ediyorum, tcdd yetkilileri hic mi gormezler bu kokusmus trenleri de bir caba gostermezler yenilemek icin? trenlerden vazgectim, bir suru insan tasiyor ediyor, kirlenmesi eskimesi normal de o yollara-istasyonlara da mi bakilmaz be adam? istasyonlarin pisligi bir yana, tren yolu boyunca heryerin cop tenekesi gibi kullanilmasi cok rahatsizlşik verici bir durum. ozellikle gittigimiz guzergahin 'gercek' istanbul oldugu dusunulurse durumun kotulugu daha da carpici oluyor. surlari evine duvar yapan, sur direkleri arasina ip gerip camasir asan, zindanlarda saklambac oynayanlari gectim, o mekanlari cop olarak kullanmak, degerlerin kiymetini bilmemek cok uzuyor beni.

sirkeci'de trenden indikten sonra annemin 'cantana dikkat et!' uyarisiyla gercek hayata dondum ve birkez daha dusunmeye basladim. istanbul'un en guzel yerlerinde ve hatta 'gercek' istanbul oldugunu dusundugum yerlerde insanlar gezerken cok dikkatli olmak zorunda. ve hatta bir bayanin tek basina gidemeyecegi yerler bile mevcut. tariihi, eski binalari, sehrin o inanilmaz guzellikteki dokusunu seven biri olarak beni cok uzuyor. istasyon cikisinda karsilasilan interrailciler bana kurdugum hayalleri hatirlattilar ve bir kez daha viyana-prag-budapeste hayalimin nedeninin istanbul'da asla rahatca gezip inceleyemeyecegim tarihi mekanlari gezme amacli oldugunu animsadim. oysa bir eminonu'nde, sirkeci'de, karakoy'de, fatih'te, sultanahmet'te, aksaray'da, yenikapi'da, tarlabasi'nda, beyoglu'nda yan kesicilerden korkmadan, can-mal kaygisi gutmeden tek basima yuruyebilmek, keyfim bozulmadan ara sokaklarina girip oralari kesfedebilmek isterdim. bir an turkiye'de bir turist olmak istedim, o adamlari cok kiskandim!

adalar vapuruna bindigimizde aklimizi kullanip oturulabilecek en iyi yerlerden birine oturduk ve yine amerikali-alman-rus turistler esliginde adalara vardik. vapura binen turistlerin yaninda bir rehber olmamasi, kendi kaflarina gore ellerinde bir hariteyla sectikleri yerler hakkinda tartismalari cok hosuma gitti ve yaz tatilinde kumsal-deniz-gunes uclusunu arayan yurdum insanina -ve biraz da kendi aileme- kufur ettim icimden. oysa bilmedigin yerleri kesfetmek, elinde bir harita, sirtinda cantanla sokak sokak dolasmak, ulkelerin kulturlerini ozumsemekten guzel bir tatil olabilir mi?

vapurdan inince -belki de turistlerin verdigi gazla- hemen ada kesfimize basladik. ara sokaklara girip esnafla muhabbet ettik, sahilde yuruyup yemek yiyebilecek guzel sirin bir mekan aradik ve bulduk da, (pek ucuz degildi ama olsun, deger) ali baba! bas garson rolundeki adamin ne kadar insan tavlayici biri oldugunu ve laf olsun diye dolasan insanlari bile yemek yedirttigini gorup hayran olduk. bu hayranligimizi da 45 milyon hesap odeyerek gosterdik. yemekten sonra atlarin bizi nasil tasiyacagini dusunerek -biraz fazla kilolu muyuz ne?- biraz da korkarak faytona bindik. 45 dakikalik kisa ada turumuz boyunca onlarca malikanevari ev gorduk ve icimiz sizladi. daha once boyle bir hissi ilica'da gezinirken hissetmistim. evler o kadar guzellerdi ki! hem de tam benim istedigim 2-3 katli eski ahsap yapilar, bol merdiven, onlarca agac, inanilmaz bir deniz manzarasi, arabanin olmadigi bir yerlesim alani, sadece bisiklet ve faytonla yapilan ada ici tasimaciligi. seneye yazlik kiralama olayi dusunulurse kesinlikle buyukada'yi onerecegim, bunu da unutmamaliyim. evler hakkinda dikkatimizi ceken baska birsey de genellikle ermenilere ait olmasiydi. ilica'da da genelde rum halki cogunluktadir o guzel saray yavrusu evlerde. azinligin paraca cogunlugu. bi de soykirim derler.

zavalli atlara cektirdigimiz 45 dakikalik iskence bitince eve donme planlari yapmaya basladik. yine sevgili turistlerimizle beraber vapura bindik. bu sefer vapurda butun gun denizde yuzmus eglenmis insanlar, bir dolu gurultucu cocuk ve arap turistler de vardi. hepsi birlesince nasil bir gurultu cikariyorlar inanamadim bir sure. yolculugun bir an evvel bitmesini diledim pek cok kez ama burgaz ada civarlarinda pesimize takilan bir marti surusu yolculugumuzun umdugumdan da hizli gecmesini sagladi. vapurlardan atilan ekmek-pogaca-simitlerle beslenen bir marti surusu vapurumuzu gorunce olaya kayitsiz kalmadi ve yaklasip adeta iceriye ellerimizde ne olduguna bakarcasina suzdu hepimizi. baslarda korktugumu itiraf etmeliyim, her 'birds' filmini izleyen insanin verecegi ilk tepki budur. kuslar tipki filmdeki gibi geriliyor ve daha sonra vapur boyunca suzuldukten sonra en geriye gidip siranin tekrar kendilerine gelmesini bekliyorlardi. turnike sistemiyle vapurdan atilan yemek parcaciklarini almaya calisan martilar o gunun belki de en ilgi cekici olaylarindan biriydi. uzucu olansa insanlarin kendi eglenceleri icin martilari tabir-i caizse maymun gibi oynatmalariydi. martilar bile olayi nerede keseceklerini bilircesine bostanci gozuktugu anda uzaklastilar vapurdan ve evlerine dogru yol aldilar.

eve donus her zamanki gibi kisa surdu. anneannemizi hatirlayalim, 'ev yolu yakindir'. ha bozulcu ha bozulacak diye bekledigimiz trende, terden kokan insanlarla beraber istanbul'dan cikip, modern yasamimiza, beton bloklarinin insanlara hukmettigi yerlere geri donduk. itiraf etmeliyim ki koca gun boyunca beni en cok etkileyen gunes batarken ki saray-bogaz-galata kulesi manzarasi, kucuk insanlarin kucuk yasamlarini surdurdukleri sokak aralari ve makarali ipe camasir asan teyzeydi.
13 Temmuz 2002
tam olarak animsayamiyorum ama bugun "murder by numbers" filminde edilen bir soz beni derinden yaraladi. scriptini bulunca daha guzel olacagindan eminim.
"babasiz kizlarin erkeklerden ilgi gormek icin yaptiklarina inanamazsin."
hayatima yeni bir bakis acisi kazandirdi, gercekten, tesekkur ediyorum senaryo yazarina.
11 Temmuz 2002
h2000-part V !!exclusive!!
cogu insanin yasamadigi bir gun olarak pek bir vukuatsiz gecti. cadirimizi topladik, organizatorun pis bakislarini ustumuzde hissettik. bir saat otobus bekledik, sicaga lanet edip eve gidince temizlenecegimiz icin sevindik. harbiye acik hava tiyatrosu'na birakildigimizda asfalta kapanip yerleri opesim geldi. her seye ragmen inanilmaz eglendigim 5 gun, yeni insanlarla tanistigim, eskilerin bilinmeyen yonlerini kesfettigim, tuvalet-yemek ve su icme istegime nasil karsi geldigimi gordugum bir aktivite oldu. 2003'un gelmesini simdiden delicesine bekliyorum.
h2000-part IV
3 temmuz carsamba delicesine bekledigim bir gundu. ardarda lamb, calexico ve suede uclusuyle inanilmaz bir aksam gecirecegimi dusunuyordum. su 3 gunde sabahin korunde uyanmak bir alisanlik olmustu, gunesle akraba kesilmistik, davut'un yeri ise en sevdigimiz soluklanma mekani olarak belirlenmisti. konserler baslayana kadar rituelleri uygulayarak davut'un yerinde tabu oynandi, geyik yapildi, yemek yendi, fairuz derinbulut'un hoykurusleriyle iceri girmemiz gerektigi anlasildi. iceri girdigimizde kapida inanilmaz bir kalabalik vardi, dun bizim iki kis olarak yaptigimiz protestoyu kalabalik bir grup ustlenmisti ve giris-cikislarin engellenmemesi icin bagrisip duruyorlardi. "son gun mu akillarina geldi, kusura bakmasinlar" diyip ceza'ya dogru suruklendim. turkiye'de gercekten rap yapabilen biri varmis, onu gordugume mutlu oldum. heyecanla lamb'i beklerken zaman gecmesi icin bira-votka ikilisine basvurduk. sayelerinde bora uzer bey hemen gecti, lamb olanca guzelligiyle sahnede yerini aldi. lamb esnasinda ictigim son bi kac bardak votkayla beraber ben kendimden gectim, sacma sapan bir insan oldum. lamb'in de muziginin yardimiyla boyut degistirdim. delicesine bekledigim uclunun ilk bolumunu az hasarla gecirmeme ragmen, calexico'yu beklerken uyuyakaldim! hem de sahneye 10 metre mesafede bir yerde, hoperlorlerin dibinde! daha sonra bu halimle cok dalga gecilmesine ragmen iyiki de uyumusum, yoksa suede'i kacirabilirdim diye dusunmekteyim su aralar. ayildigimda suede sahneye cikmak icin hazirdi ve gunlerdir bekledigim adam sahnede gorununce bende ipler koptu. pek de hatirlamiyorum aslinda konseri yari baygindim hala. eglendigimi ve sesimin catallasmasindan anladigim kadariyla bol bol sarki soyledigimi animsiyorum. bi de ziplamisim pek cok. suede'den sonra herkes son gun hatrina miller cadirina gitse de, bende derman kalmamisti. cadirimda turgay'siz genis ve rahat bir uyku uyudum. hem de battaniyeli ve sicacik.
h2000-part III
2 temmuz sali gununden pek de bir beklentim yoktu acikcasi ve de eglenecegimi sanmiyordum ama havadaki super degisiklik bu gorusumu degistirdi ve sabah suratima damlayan sularla uyandim. turgay'i gece kaldiramadigim icin emrah'larin cadirinda kalmistim ve iyiki de kalmisim. cadirin tepesindeki suyu bosaltip, hemen dans cadirinin altina saklanmayi dusunduk ama dans cadiri dahil hersey islanmis, cokmus ve olmus bir durumdaydi. sonunda saklanacak bir delik bulduk ve orada bes agaclar efsanesini hayata gecirdik. "guc gosterisi"nin bitisinden sonra herkesde bir panik olustu eve donmek adinda ama festival ruhuyla dolu olan bizler her turlu zorluga gogus gerip mekandan ayrilmadik. oglene dogru yagmur durdu, gunes cikti ve hersey eskisi gibi devam etmeye basladi. o gun bizim icin bir baskaldiri gunune donusmustu, organizatorle konusup sikayetlerimizi ilettik ama adam turlu sacma sapan cevapla bizi geri cevirdi. o gun icin muzikten pek birsey anladigimi soyleyemeyecegim, zira vega'yi kacirdim, telepopmusic'i yarisinda yakaladim -buna ragmen sevdim, hele o sun is shining, i'm in new york... seklindeli super sarkisini-, mor ve otesi'nden zaten hoslanmadigim icin fazla sallamadim ve sonunda reamonn ile baydim. ben her ne kadar baymis olsam da seyirciyle cok iyi bir dialoga girdi grup, cogu insanin begenisini kazandi. bokunu cikarip 3 kere supergirl bile caldilar, o derece.

h2000- part II
1 temmuz pazartesi gunune tekabul eden bu gunde cadirin icinde uyumanin ne kadar zor oldugunu anladik. zira saat 5.30da yatip, aksamustu konserlerin baslamasina kadar uyuyacagimiz geyiklerini yaparken saat 7 itibariyle uyanmis bulduk kendimizi. cadirin icinde, ozellikle de yaninizda kocaman bir insan evladi yatarken, uyumain gunesle de birlesince ne kadar zor oldugunu anlamis olduk. demo sahnesinin ogleden sonra acilacagini bildigimiz icin can sikintisiyla gecen bir 5-6 saatimiz oldu. davut'un yeri, benzinci ve agactaki parazit madde sayesinde bu saatleri de gecirdik, demo sahnesine yollandik. demo sahnesinin benim icin en akilda kalici olaylarindan biri olan falldown performansina popomuzu donme suretiyle tanik olduk. zaten cadirin yikilmasi olayi arkadaslarin rezil performansindan hemen sonra olmustur, o yuzden herkesin hatirlayacagi bir grup oldular ne yazik ki. demo cadiir yikilinca festivalin en onemli gruplarindan biri olan the climb'i beklemek uzre ana sahneye yollandik. the climb yine her zamanki inanilmaz performansini sergiledi ve az ama oz olan seyircisini mestetti. bi ara gokalp'in agladigini sandim ben, sanki cok duygulandi. ses tellerimi en cok etkileyen konser olarak festival tarihime gecti. the climb'dan sonraki gruplarda en onu diger meraklilara birakmak istedim, sahsen fazla bi bilgim yoktu kendileri hakkinda. sonradan ogrendiklerimize gore apollo440'nin dagilan elemanlarindan kurulmus olan maximum roach yorgun dusmus bedenizimi bile hareket ettirecek enerjiye sahipti, sahsen cok begendim. maximum roach'tan sonra da festivalin en merak edilen gruplarindan the notwist cikti sahneye. abartildiklari kadar iyi olup olmadiklarini anlamak icin buyuk bir ilgiyle dinledik kendilerini. ilk baslarda cok monoton geldilerse de sonradan onlara da bir sempati beslemeye basladik. o gunun diger iki performansi olan bulent ortacgil ve teoman konserlerini otopark alaninda bilimum oyun oynayarak, icerek ve psycho olarak gecirdik, festivalin en guzel outdoor gecesiydi.

h2000 konulu bi yazi yazmamis olmam cok garip geldi bana. ne de olsa son 1,5 haftami h2000 ve ona bagli olaylar cercevesinde yasiyorum. o zaman baslayalim;
29 haziran pazar saat 18.00 civarinda acilacagi soylenen kapilar pek de denildigi gibi acilmamis ve insanlar gecenin bi yarisi iceri girebilmisler, karanlikta gormeden etmeden cadir kurmuslar. kimileri gidip sularin akacagi yerlere biel cadir kurmus, ki bunun onemini sonradan anladik. ama biz sansliydik! miray bi sekilde beni ertesi gun gitmek icin ikna etti ve ben-turgay-miray sahane yolculugumuza 30 haziran 12.00 servisiyle basladik. cadir kurma isini turgay'a yukledikten sonra cevre gezintisine ciktik bi sure. daha sonra brezilya-almanya macinin oldugu akillara dank etti ve kosa kosa mac alanina gittik. macin tamamini izlememis de olsam, butun golleri gordum, bu da bana yetti. zaten kesilip durdu yayin (sanirim sonunu da gostermemisler). mactan sonra demo sahnesinden yukselen seslere tavlandik ve ilk democularla tanistik. ilk gun sanssizligindan olsa gerek demo biraz gec baslamisti ve 2. grubun ortalarinda ana sahne acildi. muse sevgisiyle kosarak ana sahnenin en onunde yerlerimizi aldik. o gun sirasiyla ece dorsay, nev, manchild ve muse cikti. sonradan alinan duyumlara gore saat 19.00 civarlarinda miller dance zone'da jay jay johansson cikmis, cok buyuk kayip. ece dorsay, hakkaten de soylenen gibiydi. dis gorunusunden bagimsiz oplarak muzigi de surekli baska sarkilari hatirlatan bolumlerle doluydu, sevmedik. nev bi sekilde herkesin bildigi ama benim ilk defa duydugum bir adamdi. losing my religion soylemeseydi daha cok sevebilirdim. manchild gecenin en buyuk hediyesi oldu. surekli "manchild on the ground yea!", "let me hear some fucking noise", "get your hands up" demeselerdi daha cok sevebilirdik derken, butun grup elemanlari konser sonrasi sahne onune geldiler ve hepsiyle konusma sansina (!) eristik. en buyuk hediye mi? o da manchild solisti bishop'in getirdigi bira ve suydu tabiki. sonunda o gunku 5 saatlik bekleyisimin nedenleri sahneye ciktilar, ilk konserdeki sanssiz yerimden dolayi bir bok goremedigim ve aslinda gorulcek pek de bir sey olmayan konsere nazire yaparcasina inanilmaz bir performans sergilediler. seyirciyle konusmalar yine -diger gruplara nazaran- minimumdu ama kesinlikle digerinden kat kat daha iyi bir ses sistemiyle inanilmaz bir performans esliginde caldilar. ezilme korkusunun ne oldugunu anlamami saglayan konser oldugu iin ayrica tesekkur ederim.
06 Temmuz 2002
dondum, tekrar acildi hersey. anlik abuksamalar belki de cidden yaptiklarim. yeniden gitmek istiyorum, hatta birazdan tekrar bi yerlere gidicem. ama o kadar da eglenceli olacagini sanmiyorum. zaten yuzume maske, ellerime de eldiven takmis gibiyim.