18 Temmuz 2002

sali gunu haftanin en hoslanmadigim gunlerinden biri oldugu icin annemle -uzun zaman evde oturmanin da verdigi bayginlikla- bisiler yapmak icin harekete gectik. ben her ne kadar sabaha karsi yatmis olsam da erken kalkmayi basarabildim ve bir kac kucuk isten sonra buyukada'ya gitmek uzre bakirkoy'den trene binerek yola ciktik. buyukada vapurlari -ve hatta butun adalar vapurlari- eminonu'nden kalkiyormus, unutmamaliyim! trene binmek cocuklugumdan beri -vapurla beraber- en sevdigim ulasim yollarindan biri ama istanbul'daki baliyo trenleri bir felaket. cok merak ediyorum, tcdd yetkilileri hic mi gormezler bu kokusmus trenleri de bir caba gostermezler yenilemek icin? trenlerden vazgectim, bir suru insan tasiyor ediyor, kirlenmesi eskimesi normal de o yollara-istasyonlara da mi bakilmaz be adam? istasyonlarin pisligi bir yana, tren yolu boyunca heryerin cop tenekesi gibi kullanilmasi cok rahatsizlşik verici bir durum. ozellikle gittigimiz guzergahin 'gercek' istanbul oldugu dusunulurse durumun kotulugu daha da carpici oluyor. surlari evine duvar yapan, sur direkleri arasina ip gerip camasir asan, zindanlarda saklambac oynayanlari gectim, o mekanlari cop olarak kullanmak, degerlerin kiymetini bilmemek cok uzuyor beni.

sirkeci'de trenden indikten sonra annemin 'cantana dikkat et!' uyarisiyla gercek hayata dondum ve birkez daha dusunmeye basladim. istanbul'un en guzel yerlerinde ve hatta 'gercek' istanbul oldugunu dusundugum yerlerde insanlar gezerken cok dikkatli olmak zorunda. ve hatta bir bayanin tek basina gidemeyecegi yerler bile mevcut. tariihi, eski binalari, sehrin o inanilmaz guzellikteki dokusunu seven biri olarak beni cok uzuyor. istasyon cikisinda karsilasilan interrailciler bana kurdugum hayalleri hatirlattilar ve bir kez daha viyana-prag-budapeste hayalimin nedeninin istanbul'da asla rahatca gezip inceleyemeyecegim tarihi mekanlari gezme amacli oldugunu animsadim. oysa bir eminonu'nde, sirkeci'de, karakoy'de, fatih'te, sultanahmet'te, aksaray'da, yenikapi'da, tarlabasi'nda, beyoglu'nda yan kesicilerden korkmadan, can-mal kaygisi gutmeden tek basima yuruyebilmek, keyfim bozulmadan ara sokaklarina girip oralari kesfedebilmek isterdim. bir an turkiye'de bir turist olmak istedim, o adamlari cok kiskandim!

adalar vapuruna bindigimizde aklimizi kullanip oturulabilecek en iyi yerlerden birine oturduk ve yine amerikali-alman-rus turistler esliginde adalara vardik. vapura binen turistlerin yaninda bir rehber olmamasi, kendi kaflarina gore ellerinde bir hariteyla sectikleri yerler hakkinda tartismalari cok hosuma gitti ve yaz tatilinde kumsal-deniz-gunes uclusunu arayan yurdum insanina -ve biraz da kendi aileme- kufur ettim icimden. oysa bilmedigin yerleri kesfetmek, elinde bir harita, sirtinda cantanla sokak sokak dolasmak, ulkelerin kulturlerini ozumsemekten guzel bir tatil olabilir mi?

vapurdan inince -belki de turistlerin verdigi gazla- hemen ada kesfimize basladik. ara sokaklara girip esnafla muhabbet ettik, sahilde yuruyup yemek yiyebilecek guzel sirin bir mekan aradik ve bulduk da, (pek ucuz degildi ama olsun, deger) ali baba! bas garson rolundeki adamin ne kadar insan tavlayici biri oldugunu ve laf olsun diye dolasan insanlari bile yemek yedirttigini gorup hayran olduk. bu hayranligimizi da 45 milyon hesap odeyerek gosterdik. yemekten sonra atlarin bizi nasil tasiyacagini dusunerek -biraz fazla kilolu muyuz ne?- biraz da korkarak faytona bindik. 45 dakikalik kisa ada turumuz boyunca onlarca malikanevari ev gorduk ve icimiz sizladi. daha once boyle bir hissi ilica'da gezinirken hissetmistim. evler o kadar guzellerdi ki! hem de tam benim istedigim 2-3 katli eski ahsap yapilar, bol merdiven, onlarca agac, inanilmaz bir deniz manzarasi, arabanin olmadigi bir yerlesim alani, sadece bisiklet ve faytonla yapilan ada ici tasimaciligi. seneye yazlik kiralama olayi dusunulurse kesinlikle buyukada'yi onerecegim, bunu da unutmamaliyim. evler hakkinda dikkatimizi ceken baska birsey de genellikle ermenilere ait olmasiydi. ilica'da da genelde rum halki cogunluktadir o guzel saray yavrusu evlerde. azinligin paraca cogunlugu. bi de soykirim derler.

zavalli atlara cektirdigimiz 45 dakikalik iskence bitince eve donme planlari yapmaya basladik. yine sevgili turistlerimizle beraber vapura bindik. bu sefer vapurda butun gun denizde yuzmus eglenmis insanlar, bir dolu gurultucu cocuk ve arap turistler de vardi. hepsi birlesince nasil bir gurultu cikariyorlar inanamadim bir sure. yolculugun bir an evvel bitmesini diledim pek cok kez ama burgaz ada civarlarinda pesimize takilan bir marti surusu yolculugumuzun umdugumdan da hizli gecmesini sagladi. vapurlardan atilan ekmek-pogaca-simitlerle beslenen bir marti surusu vapurumuzu gorunce olaya kayitsiz kalmadi ve yaklasip adeta iceriye ellerimizde ne olduguna bakarcasina suzdu hepimizi. baslarda korktugumu itiraf etmeliyim, her 'birds' filmini izleyen insanin verecegi ilk tepki budur. kuslar tipki filmdeki gibi geriliyor ve daha sonra vapur boyunca suzuldukten sonra en geriye gidip siranin tekrar kendilerine gelmesini bekliyorlardi. turnike sistemiyle vapurdan atilan yemek parcaciklarini almaya calisan martilar o gunun belki de en ilgi cekici olaylarindan biriydi. uzucu olansa insanlarin kendi eglenceleri icin martilari tabir-i caizse maymun gibi oynatmalariydi. martilar bile olayi nerede keseceklerini bilircesine bostanci gozuktugu anda uzaklastilar vapurdan ve evlerine dogru yol aldilar.

eve donus her zamanki gibi kisa surdu. anneannemizi hatirlayalim, 'ev yolu yakindir'. ha bozulcu ha bozulacak diye bekledigimiz trende, terden kokan insanlarla beraber istanbul'dan cikip, modern yasamimiza, beton bloklarinin insanlara hukmettigi yerlere geri donduk. itiraf etmeliyim ki koca gun boyunca beni en cok etkileyen gunes batarken ki saray-bogaz-galata kulesi manzarasi, kucuk insanlarin kucuk yasamlarini surdurdukleri sokak aralari ve makarali ipe camasir asan teyzeydi.

0 comments:

Yorum Gönder