ardarda 11 bölüm 24 seyrettikten sonra insan bilgisayar başına geçip nsa'in alt serverlarından bilgi aşırmayı, d.o.d.'nin arananlar listesini pda'ine çekmek istiyor. istemek de değil de, sanki çocuk oyuncağıymış gibi geliyor hepsi. anca google'ın karşısında "uyandırma servisi" yazıp araya bastıktan sonra geçen 1 dakika içinde hiç birşey açılmayınca ve torrenti durdurmak gerektiğini farkedince kendime gelebildim.
uyandırma servisi demişken, sabahları asla uyanamayıp 4lere kadar danalar gibi uyuduğum için ev telefonunun keskin sesiyle uyanmak gibi dahiyane bi fikir geldi aklıma. aradım ettim (uu!), 135miş numara fevkalade. robotik kadın sesine verdik bilgileri, tuşladık saati, sabah 10.30'da kalkmaya hazırız. kapattıktan sonra tekrar arıyorlar şaka yapmadığınızı teyit etmek için. evde iki tane telefon olduğundan ve uyuyan diğer insanları sabahın 6'sında teyid telefonuyla uyandırmamak için jack bauer edasıyla gidip içerideki telefonun kablosunu bile söktüm. 24 etkileri öyle çabuk geçmiyor maalesef.
peki bütün bu ajanlık taktikleri, sinsi düşünceler ve programlamalar ne işe yaradı? sabah 10.30da uyanıp telefonu açtım, robotik kadının "lütfen telefonu kapatmayı unutmayınız" lafından sonrasını hatırlamıyorum. bir daha uyandığımda saat 3 olmuştu, 135'in kafaya dikilip kalkana kadar bekleyen "hadikalkartıksaatkaçoldu" "çaykoydumbuzgibioldu" "ay bakhalayatıyo" diyen anne şefkati yokmuş.
geçen hafta bir arkadaşım sevgilisine evlenme teklif etti. bundan bize ne demeyin. bright eyes'ın "at the bottom of everything" şarkısına türkçe sözler (hem de çok şirin) yazarak, büyük bir başarıyla şarkıyı söyleyip kızı kaptı. böyle romantik jestlerin ve bright eyes'in yılmaz destekçisi olduğumdan hepinize izlemenizi öneriyorum.
"ya şimdi bana evet de ya da bas hemen tokadı"
embed edemedim, sığmadı.
"ya şimdi bana evet de ya da bas hemen tokadı"
embed edemedim, sığmadı.
yaşasın, artık bizim de geleneksel medya tarafından tanıtılan youtube meşhurlarımız var!
sabah gazetesi "bana kitap al" ve "sütü seven kamyoncu" videolarının kahramanlarıyla röportaj yapmış, hem de bir tam sayfa. yeni videolar çekmeleri için sürekli istekler geliyormuş ancak bir tane daha yaptıktan sonra bu mevzuyu geride bırakacaklarmış. yerinde bir karar olmuş, her şeyi tadında bırakmak lazım.
internet fenomenlerini çok seviyorum!
sabah gazetesi "bana kitap al" ve "sütü seven kamyoncu" videolarının kahramanlarıyla röportaj yapmış, hem de bir tam sayfa. yeni videolar çekmeleri için sürekli istekler geliyormuş ancak bir tane daha yaptıktan sonra bu mevzuyu geride bırakacaklarmış. yerinde bir karar olmuş, her şeyi tadında bırakmak lazım.
internet fenomenlerini çok seviyorum!
yaşasın, yeni bilgisayardan ilk yazıyla karşınızdayım!
son 2 gündür elimde yıldız tornavida, daracık kasaların içinde kablo söküp takmayla geçirdikten sonra yayla gibi monitör ve hızlı (aman allahım!) bilgisayarı kullanmak mutluluk verici oldu. bir süre evden hiç çıkmadan bilgisayar başında çıldırmak istiyorum. meğerse winamp açıkken gmail'dan mail okunabiliyor, aynı zamanda youtube'da video seyredilebiliyor ve bilimum im aracıyla insanlara laf yetiştirilebiliniyormuş. (çekostavakyalılaştıramadıklarımız.)
senelerdir harddisk darlığından cdlerde bekleyen çok kıymetli müziklerim de kendilerine bir yer buldular. en çok ona seviniyorum herhalde. cd tak, çıkar, bunda ne varmış, aa bunu unutmuşum, aa bu bende varmış zaten bi daha yazmışım dertleri artık çok uzaklardaaa, ah çok uzaklarda.
kasanın ön panelini sökemediğim için garip maillar attığım tomshardware üyeleri, vatan bilgisayar'da delirttiğim teknik servis abisi ve daha ethernet kartını yüklemeden "internetim bağlanmıyo ya ühühü" diye beynini ağrıttığım abi dışında hasarsız atlattık bu operasyonu da. ha bi de sabahlara kadar benimle ön paneli sökme konusunda uğraşan berge var, koççum benim. her yazıyı albüm kartonetine çevirme başarım da gözlerden kaçmasın.
aaaaa, cd yazmak 3 dakika sürüyormuş ya hahahayahe!
son 2 gündür elimde yıldız tornavida, daracık kasaların içinde kablo söküp takmayla geçirdikten sonra yayla gibi monitör ve hızlı (aman allahım!) bilgisayarı kullanmak mutluluk verici oldu. bir süre evden hiç çıkmadan bilgisayar başında çıldırmak istiyorum. meğerse winamp açıkken gmail'dan mail okunabiliyor, aynı zamanda youtube'da video seyredilebiliyor ve bilimum im aracıyla insanlara laf yetiştirilebiliniyormuş. (çekostavakyalılaştıramadıklarımız.)
senelerdir harddisk darlığından cdlerde bekleyen çok kıymetli müziklerim de kendilerine bir yer buldular. en çok ona seviniyorum herhalde. cd tak, çıkar, bunda ne varmış, aa bunu unutmuşum, aa bu bende varmış zaten bi daha yazmışım dertleri artık çok uzaklardaaa, ah çok uzaklarda.
kasanın ön panelini sökemediğim için garip maillar attığım tomshardware üyeleri, vatan bilgisayar'da delirttiğim teknik servis abisi ve daha ethernet kartını yüklemeden "internetim bağlanmıyo ya ühühü" diye beynini ağrıttığım abi dışında hasarsız atlattık bu operasyonu da. ha bi de sabahlara kadar benimle ön paneli sökme konusunda uğraşan berge var, koççum benim. her yazıyı albüm kartonetine çevirme başarım da gözlerden kaçmasın.
aaaaa, cd yazmak 3 dakika sürüyormuş ya hahahayahe!
8 martta incubus geliyormus, verdikleri linkteki ada bakiniz. hayallahimya. ozgee, sana diyorum! geliyormus?!?
bilgisayar hakkinda son durum; tornavidayi buldum. kasayi actim. dvd ve cd writer kasaya girmiyor. evet girmiyor. imkansiz. elimi kestim. plastigi soktum, demiri kirdim. girmiyor ya delirmeme az kaldi. w98 laneti bu yemin ederim. pisessekbok.
bilgisayar hakkinda son durum; tornavidayi buldum. kasayi actim. dvd ve cd writer kasaya girmiyor. evet girmiyor. imkansiz. elimi kestim. plastigi soktum, demiri kirdim. girmiyor ya delirmeme az kaldi. w98 laneti bu yemin ederim. pisessekbok.
~
16:18
sonunda yeni bilgisayar aldim! 7 sene ayni bilgisayari ve monitoru azimle kullandiktan sonra hic hesapta olmayan kucuk bir mirasla sevgili agir aksak bilgisayarimi degistirmis bulunuyorum. en azindan yeni kasayi ve monitoru eve getirdim.
tembelligin ust noktalarinda yasadigim icin daha kurulumunu yapmadim. kutudan cikarttim, soyle bir sagina soluna baktik, monitoru de masaya koydum. hic fena degil. bende mevcut olan floppy ve cd/dvd-r gibi parcalari almadigim icin mesaakatli olacak biraz kurmak. en buyuk derdim de windows kurulumu, driverlar, hdd tasima degil de yildiz tornavida bulmak. karsi komsumuzda mukemmel bir tornavida seti var ama az once kapida karsilastik, kadincagiz disari cikti. sanirim simdi o donene kadar bekleyecegim. zaten xp'den cok korkuyorum, iyi bahane oldu.
dun bilgisayari eve getirmek icin bindigim taksinin soforu 8 yil avusturya'da yasamis biri cikti. karisinin konsolosluk tayini yuzunden turkiye'ye gelmisler. adamcagizin megerse viyana'da 3 katli super de para getiren kafesi varmis. 4 sene sonra, ailesiyle geri donduklerinde beni bekliyorlar. yasasin.
tembelligin ust noktalarinda yasadigim icin daha kurulumunu yapmadim. kutudan cikarttim, soyle bir sagina soluna baktik, monitoru de masaya koydum. hic fena degil. bende mevcut olan floppy ve cd/dvd-r gibi parcalari almadigim icin mesaakatli olacak biraz kurmak. en buyuk derdim de windows kurulumu, driverlar, hdd tasima degil de yildiz tornavida bulmak. karsi komsumuzda mukemmel bir tornavida seti var ama az once kapida karsilastik, kadincagiz disari cikti. sanirim simdi o donene kadar bekleyecegim. zaten xp'den cok korkuyorum, iyi bahane oldu.
dun bilgisayari eve getirmek icin bindigim taksinin soforu 8 yil avusturya'da yasamis biri cikti. karisinin konsolosluk tayini yuzunden turkiye'ye gelmisler. adamcagizin megerse viyana'da 3 katli super de para getiren kafesi varmis. 4 sene sonra, ailesiyle geri donduklerinde beni bekliyorlar. yasasin.
sabah uyandigimdan beri ecevit'in cenazesini izliyorum. kalabaliga mi, 7 km'lik yolun 2,5 saatte yurunmesine mi yoksa rahsan ecevit'in 83 yasinda o kadar saat ayakta durabilmesine mi sasirayim bilmiyorum. bir insanla 60 yilini beraber gecirdikten sonra yanliz kalmanin psikolojisini de merak etmiyor degilim. cenazede halktan korktugu icin 2 sira polis korumalariyla ayirilmis protokol bolumunde duran, hatta oraya gelebilmek icin arka kapilardan sivisan bir kisim insana da aciyorum.
askeri torenlerdeki duzene, mekaniklige ve abartili resmiyete de ayrica bir hayranim.
aylar sonra ilk yazi stres yaratti, en iyisi hic ara vermemiscesine baslamak. radikal kararlar alma yolculugumda bu sefer isletim sistemi daliyla karsinizdayim. bir ay icinde 2 kere su koyuveren sevgili windows98'i elimin tersiyle bir kenara itip ubuntu kullanmaya basladim. bazi ozellikleri beni sinir etse de (en basitinden turkce karakter yoksunlugu ve @ isaretini yapamamak), hayatimdan yeni program kurmam gerekmedigi surece cok memnunum. henuz o kismini beceremedim ama terminal kullanmayi da ogrenirim insallah.
cuma gunu babylon'daki the whitest boy alive konserine gidemeyen insanlar icin cok uzgunum, hayatlarinda gorebilecekleri en eglenceli grubu ve performansi kacirdilar. buzdolabi gorunuslu 4 adamin bu kadar sevimli, eglenceli, matrak ve hiperaktif olabilecegine gormeden inanmazdim. klavye tepelerinde gezen klavyeciden tutun, "i got the power" soylenmesine kadar turlu turlu maskaraliklar oldu. gece yarilarina kadar ayakta durmama degdi. bir onceki haftaki mogwai anlamsizligindan sonra baslayan "neden konsere gidiyorum?" sorgulamasini da geride birakmami sagladi. darisi carsamba gunku fennesz'e.
sonuc kisminda da el sallayayim: neredeyse her ay "yazi yaz, yazi yaz!" diye beni durten aziz'e, template bulmamda yoldas olan sirin'e ve imajlarima ev buldugu icin ali'ye tesekkur eder, hepinize iyi gunler dilerim.
cuma gunu babylon'daki the whitest boy alive konserine gidemeyen insanlar icin cok uzgunum, hayatlarinda gorebilecekleri en eglenceli grubu ve performansi kacirdilar. buzdolabi gorunuslu 4 adamin bu kadar sevimli, eglenceli, matrak ve hiperaktif olabilecegine gormeden inanmazdim. klavye tepelerinde gezen klavyeciden tutun, "i got the power" soylenmesine kadar turlu turlu maskaraliklar oldu. gece yarilarina kadar ayakta durmama degdi. bir onceki haftaki mogwai anlamsizligindan sonra baslayan "neden konsere gidiyorum?" sorgulamasini da geride birakmami sagladi. darisi carsamba gunku fennesz'e.
sonuc kisminda da el sallayayim: neredeyse her ay "yazi yaz, yazi yaz!" diye beni durten aziz'e, template bulmamda yoldas olan sirin'e ve imajlarima ev buldugu icin ali'ye tesekkur eder, hepinize iyi gunler dilerim.
bloggercon, gnomedex ve wikimania haberleri içinde yüzerken aklıma geldi. bizim de naçizane bir toplantımız oldu, gelmeyenler utansın.
ben büyüyünce sxsw olucam, görürsünüz hıh!
ps: verdiğim linkler bloglines'da çıkmıyormuş, ne gıcık.
ben büyüyünce sxsw olucam, görürsünüz hıh!
ps: verdiğim linkler bloglines'da çıkmıyormuş, ne gıcık.
üstünden üç gün geçmesine ve neredeyse herkese ağzımdan sular akarak anlatmama rağmen bir de buraya yazayım deftones konserini.
maceralı yolculuk, bakkal önünde üstü açık modifiye dilmiş bmw'den dinlenilen müzik, ortamın en yaşlıları olmak, "ön arka ayrımı yokmuş abii" telefonu, vip biletlilere takılan "blind guardian" bileklikleri beleş bira ve tuvalete para vermeden kaçmaları hızlıca geçelim. hatta katatonia'yı bile geçebiliriz çünkü ben sadece tek bir şarkı (teargas) biliyormuşum. konser boyunca sağdaki soldaki insanları seyrederek zaman geçirdim. yerleri kontrol ettim, herhangi bir pogo anı sıkışmasında nereye kaçılabilir araştırması yaptım.
konserden önce yerimi kaybetme pahasına tuvalete giderken yolda gördüğüm arkadaşım sayesinde chi, stef ve abe'nin imzaladığı "adrenaline" kapağına sahip oldum. elim ayağım iyice birbirine dolaştı. millet elimden kapıp kaçar mı diye paranoya yapmaktan doğru dürüst kimseye gösteremedim.
saat 10küsürde ışıklar söndü, aman eyvah chi geldi galiba derken küt diye passenger'la başladı konser. şarkı bitince şöyle bir napıyor bizimkiler diye bakayım demeye kalmadan my own summer başladı ki o andan sonra bir daha kimseyi göremedim, aramadım, bakamadım. bir şekilde demirlere kadar ilerledim, aralarda sıkıştım, yanıma chino çıktı, gittim elini tuttum, tekmeler yedim, milletin saçlarını ısırdım, kolumu indiremeyip sağdaki soldaki insanlara sarıldım. en ilginci arka bölüm bileti olmasına rağmen konseri yekta ve faruk'la geçirmiş olmamdı. chino'nun el kol mikrofon hareketleri, hoperlör üstü atlamaları, chi'nin böğürtüleri, stef'in gitarları ve abe'nin havaya fırlattığı bagetler, hayal meyal hatırlıyorum resmen.
üç beş şarkı dışında doğru dürüst hatırlayamıyordum konseri, playlist meğerse böyleymiş;
passenger, my own summer, beware (yeniymiş bu), be quiet & drive, bored (bu şarkıda kolum çıktı sanırım), root, nosebleed, hexagram (chino'yu elleme yarışması), if only tonight we could sleep (drooone), feiticeira, korea, minerva, bloody cape, around the fur, lotion, head up (en çok bu şarkıya sevindim sanırım), change, engine no9, 7 words.
rock am ring videolarını izlediniz mi bilmiyorum ama kesinlikle oradakinden daha iyi bir performans sergilediler. yılların özlemiyle delirmemizin de buna katkısı büyüktür eminim.
bundan sonra doğumgünüm 24 haziran olsun.
maceralı yolculuk, bakkal önünde üstü açık modifiye dilmiş bmw'den dinlenilen müzik, ortamın en yaşlıları olmak, "ön arka ayrımı yokmuş abii" telefonu, vip biletlilere takılan "blind guardian" bileklikleri beleş bira ve tuvalete para vermeden kaçmaları hızlıca geçelim. hatta katatonia'yı bile geçebiliriz çünkü ben sadece tek bir şarkı (teargas) biliyormuşum. konser boyunca sağdaki soldaki insanları seyrederek zaman geçirdim. yerleri kontrol ettim, herhangi bir pogo anı sıkışmasında nereye kaçılabilir araştırması yaptım.
konserden önce yerimi kaybetme pahasına tuvalete giderken yolda gördüğüm arkadaşım sayesinde chi, stef ve abe'nin imzaladığı "adrenaline" kapağına sahip oldum. elim ayağım iyice birbirine dolaştı. millet elimden kapıp kaçar mı diye paranoya yapmaktan doğru dürüst kimseye gösteremedim.
saat 10küsürde ışıklar söndü, aman eyvah chi geldi galiba derken küt diye passenger'la başladı konser. şarkı bitince şöyle bir napıyor bizimkiler diye bakayım demeye kalmadan my own summer başladı ki o andan sonra bir daha kimseyi göremedim, aramadım, bakamadım. bir şekilde demirlere kadar ilerledim, aralarda sıkıştım, yanıma chino çıktı, gittim elini tuttum, tekmeler yedim, milletin saçlarını ısırdım, kolumu indiremeyip sağdaki soldaki insanlara sarıldım. en ilginci arka bölüm bileti olmasına rağmen konseri yekta ve faruk'la geçirmiş olmamdı. chino'nun el kol mikrofon hareketleri, hoperlör üstü atlamaları, chi'nin böğürtüleri, stef'in gitarları ve abe'nin havaya fırlattığı bagetler, hayal meyal hatırlıyorum resmen.
üç beş şarkı dışında doğru dürüst hatırlayamıyordum konseri, playlist meğerse böyleymiş;
passenger, my own summer, beware (yeniymiş bu), be quiet & drive, bored (bu şarkıda kolum çıktı sanırım), root, nosebleed, hexagram (chino'yu elleme yarışması), if only tonight we could sleep (drooone), feiticeira, korea, minerva, bloody cape, around the fur, lotion, head up (en çok bu şarkıya sevindim sanırım), change, engine no9, 7 words.
rock am ring videolarını izlediniz mi bilmiyorum ama kesinlikle oradakinden daha iyi bir performans sergilediler. yılların özlemiyle delirmemizin de buna katkısı büyüktür eminim.
bundan sonra doğumgünüm 24 haziran olsun.
kanyon denen acayip alışveriş merkezini de hayırlısıyla gördük. içeri girdikten 10 saniye sonra ağzımız açık, gözler büyümüş aval aval bakıyorduk. havuzundan, tuvaletine, ışığından çöp kutusuna çok güzel, pırıl pırıl olmuş. direk kanyon'a çıkan, potansiyel sanat galerisi görünümünde bir metro çıkışı yapmış olmalarıysa en güzel yanı. "under constuction"la başlayan sanat ve sanatçının dostu tutumunu ileri de oraya da taşırlar inşallah.
dükkanlara gelecek olursak: apple store'da adidas topu bile gördüm. d&r her zamanki sıkıcılığında ve dağınıklığında. remzi kitapevi o kadar göz alıyor ki, her kattan bakma isteği duyuyorsunuz. mcdonald's sanki son anda yer tutmuşçasına arada derede bir yere sıkışmış, logosunu bile asamamış. cuppa çok şirin bir yer kapmış, bir dahaki sefere oraya da gitmeli. karınca isimli bir dükkan var ki içindeki herşeye sahip olmak istiyorum. hamile-bebek-çocuk temalı bir sokak yapmışlar, en eğlenceli yer orası resmen. wagamama'yı köşeye koymuşlar, önünden geçip insanlara malak malak bakamıyorsun. sinema açıldığında eminim çok eğleneceğiz. bir de her katta dışarıya çıkma kapısı mevcuttu, aptal oldum.
büyük konsere de 20 saat kalmış olduğunu ellerim titreyerek belirtmek istedim.
dükkanlara gelecek olursak: apple store'da adidas topu bile gördüm. d&r her zamanki sıkıcılığında ve dağınıklığında. remzi kitapevi o kadar göz alıyor ki, her kattan bakma isteği duyuyorsunuz. mcdonald's sanki son anda yer tutmuşçasına arada derede bir yere sıkışmış, logosunu bile asamamış. cuppa çok şirin bir yer kapmış, bir dahaki sefere oraya da gitmeli. karınca isimli bir dükkan var ki içindeki herşeye sahip olmak istiyorum. hamile-bebek-çocuk temalı bir sokak yapmışlar, en eğlenceli yer orası resmen. wagamama'yı köşeye koymuşlar, önünden geçip insanlara malak malak bakamıyorsun. sinema açıldığında eminim çok eğleneceğiz. bir de her katta dışarıya çıkma kapısı mevcuttu, aptal oldum.
büyük konsere de 20 saat kalmış olduğunu ellerim titreyerek belirtmek istedim.
şekilli günlerde yazmayı taa ne zamandan beri adet edinmiş birisi olarak, 060606'da yazmasaydın ortamdan çatlardım herhalde. korkuyla beklenen kasırgalar, yağmurlar seller depremler olmadığına da göre, yaşasın şekilli günler ve saatler.
bu blogda önemli olan 6 değil, 7'dir. fonetiği güzel haziran ayının en sevgili sayısıdır o. çocukluğumdan beri deli gibi eğlendiğim, ailemi bol bol sömürdüğüm, iyi ki de doğduğum gündür. bir yaş daha yaşlanmanın (tüm üzüntülü "ah be abii" konuşmalarımıza rağmen) hala sorun olmadığı yıllarda kutlanması caizdir. geçen yılki uyarıyı tekrarlamak gerekirse "bir kısım arkadaşlar için yoklama listesi mevcut" ve hatta bu sefer daha da ileri gidip gelmeyenleri ilk fırsatta tuğlayla dövüp bayıltıyorum.
"haziran gelmiş lan", "son bölümleri bir daha mı izleyeceğiz?", "elindeki bıçakla neyi amaçlıyorsun?", "pasta çok küçükmüş yaa" yorumlarını alan müthiş davetiye (ya da bir anlık eğlence patlaması) içün lütfen flickr'a buyurun.
bu blogda önemli olan 6 değil, 7'dir. fonetiği güzel haziran ayının en sevgili sayısıdır o. çocukluğumdan beri deli gibi eğlendiğim, ailemi bol bol sömürdüğüm, iyi ki de doğduğum gündür. bir yaş daha yaşlanmanın (tüm üzüntülü "ah be abii" konuşmalarımıza rağmen) hala sorun olmadığı yıllarda kutlanması caizdir. geçen yılki uyarıyı tekrarlamak gerekirse "bir kısım arkadaşlar için yoklama listesi mevcut" ve hatta bu sefer daha da ileri gidip gelmeyenleri ilk fırsatta tuğlayla dövüp bayıltıyorum.
"haziran gelmiş lan", "son bölümleri bir daha mı izleyeceğiz?", "elindeki bıçakla neyi amaçlıyorsun?", "pasta çok küçükmüş yaa" yorumlarını alan müthiş davetiye (ya da bir anlık eğlence patlaması) içün lütfen flickr'a buyurun.
beş gündür mide ve bağırsak bozulmalarıyla gerçekleştirdiğimiz/beklediğimiz cnntürk röportajının yayınlanmasına 20 dakika kala elektriklerimiz kesildi. hem de iki saatliğine. bahtsız bedeviden kötü durumdayım.
sevgili fenerbahçeliler;
tamam, anlıyorum çok üzgünsünüz ama çirkelik yapmayın artık. sanki yazı turayla şampiyon belirlenmişçesine davranışlar çok gereksiz. sonuçta 83 puan almış bir takım var. fakir edebiyatı gibi olmasın ama, dar kadroyla ve az parayla çok işler başarmış bir takım var. nihayetinde kim dört atmış, kim beş yemiş ona bakılmıyor. "hatice'ye değil neticeye bak" sözünü bizden önce bulmuş insanlar. büyük stres altında ellerindeki fırsatı değerlendirmeyi başarmış ve başaramamışlık durumu var. başaranı da başaramayanı da tebrik etmek lazım. ben hayatımda bu kadar stresli bir 16 dakika geçirmemiştim, taraftarlık zor ve anlaşılmaz bir his. (verkaç)
güneş bey'e de sevgilerimle 8 kişilik yemek listesini sunmak isterim;
caner, ali, can, yekta, berivan, can(+1), müge.
tamam, anlıyorum çok üzgünsünüz ama çirkelik yapmayın artık. sanki yazı turayla şampiyon belirlenmişçesine davranışlar çok gereksiz. sonuçta 83 puan almış bir takım var. fakir edebiyatı gibi olmasın ama, dar kadroyla ve az parayla çok işler başarmış bir takım var. nihayetinde kim dört atmış, kim beş yemiş ona bakılmıyor. "hatice'ye değil neticeye bak" sözünü bizden önce bulmuş insanlar. büyük stres altında ellerindeki fırsatı değerlendirmeyi başarmış ve başaramamışlık durumu var. başaranı da başaramayanı da tebrik etmek lazım. ben hayatımda bu kadar stresli bir 16 dakika geçirmemiştim, taraftarlık zor ve anlaşılmaz bir his. (verkaç)
güneş bey'e de sevgilerimle 8 kişilik yemek listesini sunmak isterim;
caner, ali, can, yekta, berivan, can(+1), müge.
eğer aranızda hiç six feet under seyretmemişler varsa en yakın dizi stoklayıcısından 5 sezonunu da alıp hemen seyretmeye başlasınlar. seyredip de sevmeyenler varsa bi zahmet yok olsunlar. seyredip bitirenleriyse benimle birlikte ağlayıp "abi nası olur yaa?!" demeye davet ediyorum. bir daha bu kadar iyi bir dizi seyredebileceğimi de hiç zannetmiyorum.
RÖAAAH!!!
dedikodusunu duyguğum günden beri inanamadığım, yalan olur da üzülürüm diye inanmak istemediğim haber sonunda resmileşti. 24 hazirana kadar ölmem inşallah, cidden bir gözüm açık giderim.
sözde ayça şen'in süper kitabından bahsedecektim, ne de olsa çok hassas bir zamanıma denk gelip cuk diye oturmuştu. su gibi aktı, şeker tadı bıraktı diyecektim. gerçi radikal kitap ekinde ebru çapa hepsini benim yerime demiş. siz ondan okuyadurun, ben de gidip deftones çalışayım biraz.
dedikodusunu duyguğum günden beri inanamadığım, yalan olur da üzülürüm diye inanmak istemediğim haber sonunda resmileşti. 24 hazirana kadar ölmem inşallah, cidden bir gözüm açık giderim.
sözde ayça şen'in süper kitabından bahsedecektim, ne de olsa çok hassas bir zamanıma denk gelip cuk diye oturmuştu. su gibi aktı, şeker tadı bıraktı diyecektim. gerçi radikal kitap ekinde ebru çapa hepsini benim yerime demiş. siz ondan okuyadurun, ben de gidip deftones çalışayım biraz.
78. akademi ödülleri gecesiyle ilgili uzun uzun birşeyler yazmak niyetindeydim ama dün gece okay'la konuştup bütün izlenim ve yorumlarımı ona anlattıktan sonra üşendim açıkçası. söyleyebileceğim sadece iki şey kaldı; bütün hollywood george clooney'e aşık ve ben jon steward'la evlenmek istiyorum. (evliymiş ve 2. çocuğu bir ay önce doğmuş, hiç farketmez.)
bloglines'a ayda bir bakma tembelliğini gösterdiğim için bazı süper linkleri çok geç farkediyorum. sevgililer günü nedeniyle sokakta yastık savaşı yapmış kaliforniyalı gençler. (flickr seti)
türkiye'de olsa eminim yastığın içine "şaka" amaçlı doldurduğu taşlarla arkadaşlarının kafasını gözünü yaranlar çıkardı. komik olurmuş aslında.
dükkanca yeni oyun hastalığımız; mahjong solitaire! kör olduk oynamaktan.
türkiye'de olsa eminim yastığın içine "şaka" amaçlı doldurduğu taşlarla arkadaşlarının kafasını gözünü yaranlar çıkardı. komik olurmuş aslında.
dükkanca yeni oyun hastalığımız; mahjong solitaire! kör olduk oynamaktan.
allah'ın gawker'ına konu oluş şeklimize bak, ibne kovboylar. "gösterime bile girmeden ortaya çıkan korsan dvd" çok eğlenceliymiş.
"istanbul toplu ulaşımına çözüm; 500 yeni otobüs!"
bu yeni otobüslerden herhangi birisine bindiyseniz görmüşsünüzdür hepsi birbirinden şahane. hafif raylı sistemdeki vagonlar gibi hepsi, alçak, merdivensiz, camsız, merkezi ısıtmalı, her tutunma direğinde "duracak" düğmeli, "duracak" yazıları şıkır şıkır, hareket etmeden durduğunda hiç motor sesi çıkartmayan, giderken sallayıp hoplatmayan şahane otobüsler. zannediyorum ki bu otobüsler iskandinav ülkeleri vatandaşları için üretilmiş, koltukları dar. dar olmasını da geçtim bir kaç tanesinin yanında poponuz taşmasın diye demirler var. bu demirler öyle ki, iç kısımda oturursanız yanınıza oturan kişinin poposuna battığı için üstünüze çıkmasına, dışarıda oturup demiri popoya alan kişiyseniz 2 günlük ağrılara sebep oluyor. her yeni şeye bir kulp takma servisi sundu.
akademi üyeleri hayatlarının en iyi kararını vererek 78. oscar ödüllerini jon steward'a sunduruyorlarmış. inşallah çeviri yapacağız diye can sıkmaz ntv de ağız tadıyla izleriz.
bu arada farkettim ki, genelde bana söylenen (ya da söylenmeyen, üstüne atlayabileceğim) herşeye bir cevabım var ama "naber" ve "nasıl gidiyor?" soruları beni çok kitliyor. lütfen sormayın.
son olarak (gerçekten son) ıssız adaya düşsem yanıma alacağım 3 bloggerdan birinin aptal olduğuna karar verdim (ona sormadık gerçi gelir mi diye, olsun), sırf şu son yazdığı bile nedeninin açıklamama yeter.
bu yeni otobüslerden herhangi birisine bindiyseniz görmüşsünüzdür hepsi birbirinden şahane. hafif raylı sistemdeki vagonlar gibi hepsi, alçak, merdivensiz, camsız, merkezi ısıtmalı, her tutunma direğinde "duracak" düğmeli, "duracak" yazıları şıkır şıkır, hareket etmeden durduğunda hiç motor sesi çıkartmayan, giderken sallayıp hoplatmayan şahane otobüsler. zannediyorum ki bu otobüsler iskandinav ülkeleri vatandaşları için üretilmiş, koltukları dar. dar olmasını da geçtim bir kaç tanesinin yanında poponuz taşmasın diye demirler var. bu demirler öyle ki, iç kısımda oturursanız yanınıza oturan kişinin poposuna battığı için üstünüze çıkmasına, dışarıda oturup demiri popoya alan kişiyseniz 2 günlük ağrılara sebep oluyor. her yeni şeye bir kulp takma servisi sundu.
akademi üyeleri hayatlarının en iyi kararını vererek 78. oscar ödüllerini jon steward'a sunduruyorlarmış. inşallah çeviri yapacağız diye can sıkmaz ntv de ağız tadıyla izleriz.
bu arada farkettim ki, genelde bana söylenen (ya da söylenmeyen, üstüne atlayabileceğim) herşeye bir cevabım var ama "naber" ve "nasıl gidiyor?" soruları beni çok kitliyor. lütfen sormayın.
son olarak (gerçekten son) ıssız adaya düşsem yanıma alacağım 3 bloggerdan birinin aptal olduğuna karar verdim (ona sormadık gerçi gelir mi diye, olsun), sırf şu son yazdığı bile nedeninin açıklamama yeter.
bugün sonunda üşenmeyip d-tone denen dükkanı bulmak için tünel'e gittim. rus konsolosluğu'nun karşısında suriye pasajı'nın içinde koridorun sonunda (zincirleme isim tamlaması böyle bir şey herhalde) minik bir dükkan. 2. el plak, cd, kitap, dergi ve film posteri sattığını iddia ediyordu minik flyeri.
ufacık bir alanda, fazla harekete izin vermeyen sıra sıra dergiler içinde takılan plaklarıyla müzik çalan bir yermiş. ikinci el cd konusunda hayal kırıklığına uğradım ama dergi, poster ve plak koleksiyonu fena değilmiş. stüdyo imge'nin eylül 93, çalıntı'nın mart 93 ve roll'un temmuz 98 sayılarını aldım. stüdyo imge'nin içindeki kod müzik reklamları çok yaraladı beni zira "rachel's albümü müzik marketlerde!" gibi şeyler yazıyordu. ha bir pearl jam ikinci albümünü çıkarıyormuş adı belli değilmiş, nirvana'dan ikinci bir "nevermind" beklemeyecekmişiz. çalıntı'nın da en sevdiğim bölümü "yeni çıkan kasetler" oldu, herkese öneririm.
tuvalet kağıdının markasının "silen" olması çok sinir bozucu değil mi ya?
ufacık bir alanda, fazla harekete izin vermeyen sıra sıra dergiler içinde takılan plaklarıyla müzik çalan bir yermiş. ikinci el cd konusunda hayal kırıklığına uğradım ama dergi, poster ve plak koleksiyonu fena değilmiş. stüdyo imge'nin eylül 93, çalıntı'nın mart 93 ve roll'un temmuz 98 sayılarını aldım. stüdyo imge'nin içindeki kod müzik reklamları çok yaraladı beni zira "rachel's albümü müzik marketlerde!" gibi şeyler yazıyordu. ha bir pearl jam ikinci albümünü çıkarıyormuş adı belli değilmiş, nirvana'dan ikinci bir "nevermind" beklemeyecekmişiz. çalıntı'nın da en sevdiğim bölümü "yeni çıkan kasetler" oldu, herkese öneririm.
tuvalet kağıdının markasının "silen" olması çok sinir bozucu değil mi ya?
iki gündür deli gibi saçma sapanbir oyun oynuyorum, içindeki çocuğu yaşatan herkese tavsiye ederim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)